Cafer Sadık Abalıoğlu Eğitim ve Kültür Vakfı | Sayı : 61 | Haziran 2020

Sevgili Okurlar, 11 Mart 2020 tarihinde Pamukkale Üniversitesi’nde düzenlenen ve De- nizli Vakasının tartışıldığı panelde yaptığım konuşmayı ve zaman dar- lığı nedeniyle anlatamadıklarımı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Konu Denizli Vakası olunca, Demirci Mehmet Efe’den biraz bahsetme- mek olmaz. Bugün hala kendisin- den eşkıya olarak söz edildiğini sıklıkla duyabilirsiniz. Demirci Efe hakkındaki eşkıya çağrışımı, eğer Yunan İzmir’e çıkıp ülkemizi işgale yeltenmeseydi, Demirci Efe –nereye kadar sürerdi bilinmez- dağdaki bir eşkıya olarak kalacaktı gerçeğinden kaynaklanıyor sanırım. Oysa öyle olmamış, Demirci Efe yüze inmiş ve düşman karşısında yer almıştır. Bir başka etken olarak da, Deniz- li’de yaptığı haksız, adaletsiz ve vahşi katliamdan duyulan infial de unutulmamalıdır. Osmanlı bile, o tarihten neredeyse elli yıl, yüz yıl öncesinden idam cezalarını dara- ğacı kurarak infaz ederken, kafa kesme sadece eşkıyalık raconunda kalmıştır. Değerli Okurlar, Demirci Mehmet Efe ve emrindeki kuvvetin ‘tenkil’ edildiğini de göz ardı edemeyiz. Bu, ona bakarsanız eşkıyalıktan çok daha ileri bir şeydir. Tenkil sözcüğü tarih literatüründe asilerin bastırılıp cezalandırılması anlamın- da kullanılır. Bu harekât, Mustafa Kemal Paşanın emriyle, -o sırada Dâhiliye Vekili olan- Refet Bey ko- mutasındaki Büyük Millet Meclisi kuvvetleri tarafından uygulanmış- tır. Refet Bey, bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın direktifi doğrultusunda, Demirci Efe’nin kaçmasını sağlaya- rak, sadece kuvvetlerini dağıtmakla yetinmiştir. Bu yazının sınırlarına girmediği için, bu olayın ayrıntısı- na girmiyorum. Aşağıda okuyacağınız üzere, Fah- rettin Paşa (Altay) da Demirci Efe için, cezalandırılması gereken bir ‘sergerde’ tabirini kullanmaktadır. Yani bu adam, milli kahraman mıdır? Asi midir? Sergerde midir? Yoksa bir eşkıya mı? Kim Demirci Efe’ye hangi sıfatı yakıştırırsa ya- kıştırsın şu tarihsel gerçek değiş- meyecektir: Eğer Atatürk, mecliste milletvekillerinin baskısına boyun eğseydi, İstiklal Mahkemesine veri- lecek ve kesinlikle idama mahkûm olacaktı. Eğer Atatürk Refet Pa- şa’ya, tenkil esnasında kendisinin yakalanmaması talimatını verme- seydi, yakalanıp İstiklal Mahkeme- sine verilecek ve kesinlikle idama mahkûm olacaktı. Eğer Atatürk, sonradan verildiği İstiklal Mahke- mesinden, şahsi gücünü kullana- rak, dosyasını Dâhiliye Vekâletine aldırıp kapattırmasaydı, kesinlikle idama mahkûm olacaktı. Ve niha- yet, eğer Atatürk Meclis tarafından affedilmesini sağlamasaydı, yine kesinlikle idam hükmünü giyecek- ti. Ha, idam edilebilirdi edilemezdi onu bilemem. Kendisi bu ihtimali daima göz önünde bulundurmuş ve hep tetik durmuştur. Hatta bir gün ansızın adamlarını toplayıp Karcı Dağına çıkarak birkaç gün sonra geri döndüğü bilinmektedir; adeta bir tatbikat yapar gibi... Bu hareketi bile Ankara’da endişe uyandırmış ve bir takım tedbirler alınması düşünülmüştür. Doğal olarak, mevcut durumun şartların- da yeni bir sorun çıkması hiç de hiç istenmeyen bir şeydir. Mustafa Kemal Paşa, yıllardır süren savaşlar nedeniyle yoksul düşmüş, bıkkın, bezgin, bedbin bir halktan, bin bir zorluk ve imkânsızlık içinde bir ordu var etmeye çalışmaktadır. Bu süreçte, Ege’deki Kuvayı Milliye direnişi kendisine bir yıl gibi, paha biçilemez bir zaman kazandırmıştır. Bu direnişin baş aktörleri diyebi- leceğimiz Demirci Mehmet Efe ve 57. Tümen Komutanı Miralay Şefik Beye gönül borcu hissetmiş olması doğaldır. O da bu borcunu Demirci Efe’nin hayatını defalarca kurtara- rak, Miralay Şefik Beyin de Divan-ı Harpte yargılanmasını önleyerek fazlasıyla ödemiştir. Kim Demirci Efe’ye hangi sıfatı yakıştırırsa yakıştırsın şu tarihsel gerçek değişmeyecektir: Eğer Atatürk, milletvekillerinin baskısına boyun eğseydi, İstiklal Mahkemesine verilecek ve kesinlikle idama mahkûm olacaktı. Hükümet Konağı ve Adliye 39

RkJQdWJsaXNoZXIy MTIzMzUy