Cafer Sadık Abalıoğlu Eğitim ve Kültür Vakfı | Sayı : 65 (Ocak 2023)

39 o hikâyedeki çocuğun yetim ve ök - süz kaldığı için İstanbul’dan Arabis - tan’daki akrabalarının yanına gön - derilmesinden mi, onun adının da benimki gibi Hasan olmasından mı ne duygulanırım. Hasan, gurbette öksüz ve yetim yaşatılmasının tepkisini Arapça ko - nuşmamakla göstermektedir. Bu inadı aylarca devam eder. Bir gün, yaşadıkları evin bahçesine bir eskici gelir. Karşısına çömelip onun ayak - kabıları tamir etmesini sessizce sey - reder. Eskici pençe yaparken kullan - dığı çivilerden birkaçını dudaklarına koymakta ve teker teker oradan ala - rak ayakkabının altına çakmaktadır. Çocuk işte o zaman Türkçe konuşur: -Çiviler ağzına batmıyor mu senin? Eskici de Türk’tür, İzmitlidir ve o da bir gurbet kuşudur. Arap ülke - sinde duyduğu bu Türkçe ifade onu şaşırtmış ve sevindirmiştir. - Türk çocuğu musun be, der. Tanışırlar, konuşurlar. Türkçe konuşmaya hasrettir, en çok da o suskun çocuk Hasan kendi dilinden birini görmenin sevinciyle konuşur. Hayatını, yaşadıklarını anlatır da anlatır. Ta ki eskici işini bitirip eşya - larını toplamaya başlayıncaya kadar. Çocuk, eskicinin gideceğini anlayın - ca önce sessiz sonra hıçkırıklarla ağ - lar. Tabii eskici de… *** Eskicilerin eşyaları fazla değildir. Malzemeleri, sırtlarında taşıyabile - cekleri bir çuvala sığar. Örs, çekiç, bir miktar kösele 1 , köseleyi ıslatmak için küçük bir kova, çeşitli boyda çiviler, iplik, mum, çiriş 2 , kahverengi ve si - yah ayakkabı boyaları, cila, ayakka - bı fırçası, sahtiyan 3 ve telatin 4 deri, ökçe yapmak için lastik, kösele kes - mek için açılır kapanır bıçak, makas, ayakkabı kalıpları, yere sermek için kalınca bir kilim, oturmak için küçük bir minder, biz… Ayrıca iş önlüğü, çiriş ve mum. İş önlüğünün göğüs üstüne gelen kısmına el dikişi ile enli bir deri tutturulurdu ki kösele ke - serken bıçak bedene zarar vermesin. Çiriş ise ayakkabı derisinin aşınarak incelen, delinmeye az kalmış yerle - rine sürülen yapıştırıcı maddedir. Mum, dikiş ipliklerini mumlamak ve sağlamlaştırmak içindir. Mumlanmış iplikle dikilen sökük, bir daha kolay kolay açılmaz. Evet eskicilerin eşyaları fazla de - ğildir, “Sermayelerini bir horoz bile taşıyabilir.” Denizli Devlet Hastane - sinin doktoru Haydar Hekim, sergi - sinde kebap yemekte olan Denizlili bir eskiciye çıkışır. -Bu kebabı evde eşin ve çocukla - rınla yesen olmaz mı? Eskici şöyle karşılık verir: -Doktor Bey! Doktor Bey! Bizim sermayemizi bir horoz bile taşıyabi - lir ancak keyfimizi bir deve çekemez! Haydar Hekim, bu karşılığı alın - ca, “Şu eskici milletini tanımasay - dım, dünyadan eşek gelmiş eşek gidecektim.” diye söylenerek oradan ayrılır. 5 *** Eskiciler, Yoğurt Pazarı Sokağı - na karşılıklı sıralanır ve sergilerini açarlardı. Onlar sergi açmaya “ya - yınmak” derlerdi. Herkesin sergi açacağı yer belliydi, kimse kimsenin yerini işgal etmezdi. Müşterileri de çoktu. Müşterilerin ekseriyeti tarla, bağ, bahçe işleri ile uğraşan kişilerdi. Zaten o yıllarda tarla bahçe işleriyle uğraşmayan kişi sayısı pek az idi. Orta halli memurlar da aile fertleri - nin ayakkabılarını eskicilere tamir ettirirlerdi. Sokağın sol başında, “Liverpool London Palace” levhalı, Rumlardan kalma ve o zamanlar otel olarak kullanılmış bir bina vardı. Binanın yeni sahipleri, zemin katta kumaş satarlardı. Bu binan tam köşesin - de “Yoğurtçu Hasan” diye bilinen Hasan Yoğurtçu sergi açardı. Aslen Tavaslıydı, Sarayköy’de, Turan Ma - hallesinde ikamet ediyordu. Tarlası toprağı olmasına rağmen eskicilik de yapardı. Sadece ilçe pazarlarında yayınır, diğer günlerde evinin bahçe - sinde, avlu kapısının hemen arkasın - da tamir işiyle meşgul olurdu. Yoğurtçu Hasan, sokağın başında olmanın avantajını kullanırdı. Ayak - kabı tamir ettirmek için sokağa adım atan kişileri, adlarıyla hitap ederek sergisine çağırır, o kişi de ayakkabıyı ona tamir ettirmek mecburiyetinde kalırdı. Onun bu davranışı müşte - risinin ve diğer eskicilerin hoşuna gitmese de bir şey diyemezlerdi. Yo - ğurtçu Hasan günün ilerleyen saatle - rinde, cebindeki madeni paraları da oturduğu minderin altına koyardı. Minderin bir ucunu, paraları göste - recek şekilde kaldırarak yüksek ses - le; -Benim evde dokuz çuval bozuk param var. Saydıracak adam arıyo - rum, derdi. Bu gösteriş, her cumartesi olma - sa da arada sıra tekrarlanırdı. Diğer fakir eskicilerin hoşlarına gitmese de karşılık veren olmazdı. Hasan Yoğurtçu’nun o günlerde dillendirilen bir anısı da şudur: Has - talanır ve birkaç gün ayakkabı tamir Sokağın sol başında, “Liverpool London Palace” levhalı, Rumlardan kalma ve o zamanlar otel olarak kullanılmış bir bina vardı. Binanın yeni sahipleri, zemin katta kumaş satarlardı. Bu binan tam köşesinde “Yoğurtçu Hasan” diye bilinen Hasan Yoğurtçu sergi açardı. Sokağın sağ başında da Abdil dayı yayınırdı. Soyadını öğrenemedim. Zayıf, ufak tefek biriydi. Tavas doğumluydu ve ilçe pazarına Denizli’den gelirdi. 1- Kösele: Ayakkabı tabanı, kemer, vb. yapmakta kullanılan, tabaklanmış büyükbaş hayvan derisi 2- Çiriş: Çirişotunun kökü öğütülerek elde edilen ve ayakkabıcılarla ciltçilerin kullandıkları, macun şeklindeki yapıştırıcı madde 3- Sahtiyan: Tabaklandıktan sonra boyanmış ve cilalanmış koyun derisi 4- Telatin: Tabaklandıktan sonra boyanmış ve cilalanmış dana derisi 5- İnsanların İç Dünyası Bilinmez, Kemal Tartılacı, Denizli Gazetesi, 19.07.1990 / Denizli’nin Nasreddin Hocaları, Hasan Kallimci, Hikmet Neşriyat, İstanbul 2006

RkJQdWJsaXNoZXIy MTIzMzUy