Cafer Sadık Abalıoğlu Eğitim ve Kültür Vakfı | Sayı : 65 (Ocak 2023)

40 edemez. İyileşince de avlu kapısının bir kanadının arkasında sergisini yine açar ve çalışmaya başlar. Onun hastalandığını duyan bir kadın, elin - de bir bakraç sütle hasta ziyaretine gelir. Kapıyı çalar ve “Ümmü, kız Ümmü! Hasan hastalanmış. Evde misin?” diye seslenir. Hasan Yoğurt - çu, kapı tahtalarının aralığından bakracı görmüştür. Kadının dönüp gitmemesi için iş önlüğünü bile çı - karmadan içeriye koşar ve yorganı üzerine çekerek yatar. Yaşlı kadın da onu koşarken görür fakat dönüp git - mez. Bozuntuya vermeden ziyareti - ni yapar. Odada, Ümmü ile geçmiş olsun konuşması yaparken Hasan Yoğurtçu’nun yalancıktan inlemele - rini dinler. 6 Sokağın sağ başında da Abdil dayı yayınırdı. Soyadını öğreneme - dim. Zayıf, ufak tefek biriydi. Ta - vas doğumluydu ve ilçe pazarına Denizli’den gelirdi. Diğer günlerde sergisini Denizli’de, Kaleiçi’nin alt yanındaki Hacılar Camisi yakınında, kaldırımda açardı. Güler yüzlüydü, sokağın neşesiydi. Babamın yanında bulunduğum bir gün, kahveci soka - ğa gelmiş, boş bardakları toplamış gidiyordu. Abdil Dayı kahve söyle - mişti. Kahveci biraz uzaklaşınca ar - kasından seslendi: -Kahveci! Benimki zarif fincanda gelsin! Yukarıda da anlattığım gibi, eski - cilerin keyfini bir deve bile çekemez - di. *** Sokağın sol tarafında ikinci sergi babam İsmail Kallimci’nindi. Ser - gisi, sokak başındaki eski binanın kepengi ile Terzi Kevni Konya’nın dükkânının giriş kapısı arasındaydı. Tavas doğumluydu ve Aşağı Mahal - le’de ikamet ediyorduk. Gün boyun - ca ayakkabı tamir işlerini yaparken bir yandan da önceden tamir ettiği “müstamel” ayakkabıların satışını yapardı. Ben hem pazardan aldığı meyve ve sebzeleri eve taşımak hem de yardımcı olmak için yanında bu - lunurdum. Müstamel ayakkabıları bezle siler, sıraya koyardım. Müstamel ayakkabı deyip geçme - yin. Komşumuz, Afyonlu Ahmet’in oğlu, 01.01.1968 Sarayköy doğumlu Muhammet Akça, yıllar sonra şu ifa - dede bulunmuştur: -İsmail amcamızın üstümüzde çok hakkı var. Bayramlarda onun yaptığı ve onardığı ayakkabılar sa - yesinde sevinirdik. Ondan ucuza sa - tın aldığımız ayakkabıları arife günü akşamından bayram sabahına kadar başucumuza koyar, öylece uyurduk. Babam ayakkabı malzemelerini ve tamir edilerek satılabilecek eski ayakkabıları Denizli’den temin eder - di. Giyilmiş fakat tam eskimemiş ayakkabıların satıldığı yer şimdiki Ulu Cami ve Ulu Çarşı’nın bulundu - ğu arsadaydı. Küçük kulübeler şek - lindeki dükkânlarda satış yapılırdı. O satıcılar da Tavaslıydı, hemşerile - riydi, şakalaşırlardı. Önceleri Ömer Kıranta’dan alıyordu. Onlar zam yapınca Ali Aşçı’dan almaya başladı. Babam, Denizli’ye geldiği bir gün, satın aldığı eski ayakkabı ve malzemeleri bir çuvala doldurmuş. Artan parasını da cebine koymuş. Bir eliyle sırtına attığı çuvalı taşıyor, bir eliyle de cebine bastırıp parasını koruyor. Paranın işaretini böylece alan bir yankesici de mesleğini icra ediyor. O zamanın parasıyla tam dört yüz lirasını çaldıran babamın ve evde annemin üzüntülü hâl ve ko - nuşmalarını bugün de hatırlıyorum. Salı günleri Babadağ, perşembe günleri Buldan, cuma günleri de Bu - harkent (o yıllardaki adıyla Burhani - ye) pazarlarına giderdi. İlçe pazarla - rına gideceği sabah erkenden, birisi yarım üç çuvalını, iki sefer yaparak belediye önündeki meydana yakın bir yerde bekleyen, pazarcıları gö - türecek otobüse taşırdı. Sarayköy’de bulunduğum yıllarda çuval taşıma - da yardımcı olurdum. Diğer ilçe pa - zarlarında, ilçemizdeki kadar eskici bulunmaz, iki üç eskici sergi açardı. Babam ayakkabı söküğünü dik - meyi bana da öğretmişti. Bir yaz günü Buharkent’e beni de götürdü. Küçük ayakkabı söküklerini bana diktirdi. Bir sökük dikmenin ücreti 25 kuruştu. O gün aile bütçesine 2,5 lira katkı yapmıştım. Yine Buhar - kent’te, birkaç pazarcı aralarında topladıkları parayla malzeme almış, güveç hazırlayıp fırında pişirttirmiş ve birlikte yemişlerdi. Babam, Babadağ’a gideceği bir sabah çuvallarını otobüsün yanına, kaldırıma koyar. Boş koltuklardan birine oturur. Şoför, yardımcısı ile birlikte, diğer pazarcıların eşya ve kasalarını yükler. Babadağ’a vardık - larında çuvalın biri yoktur, hem de örs, çekiç gibi malzemelerini koy - duğu çuval. O çuval, kaldırımda, bıraktığı yerden çalınmıştır. O gün çalışamamış, para kazanamamış, eve eli boş dönmüştü babam. Çok üzüldü. Yerine, zorlanarak da olsa yeni malzemeler alındı ancak, giden sermayesiydi. “Kimin aldığını bili - yorum amma bir şey diyemiyorum!” dediğini hatırlıyorum. Arkasızdı, ga - ripti… Babam pazarlara gitmediği hafta - nın üç günü bahçe kapımızın iç kıs - mında çalışır, komşuların getirdiği ayakkabıları tamir ederdi. Güneşli kış günlerinde sergisini evimizin karşısındaki Salih Kozak’ın evinin Babam ayakkabı söküğünü dikmeyi bana da öğretmişti. Bir yaz günü Buharkent’e beni de götürdü. Küçük ayakkabı söküklerini bana diktirdi. Bir sökük dikmenin ücreti 25 kuruştu. O gün aile bütçesine 2,5 lira katkı yapmıştım. 6- Denizli’nin Nasreddin Hocaları, Hasan Kallimci, Hikmet Neşriyat, İstanbul 2006

RkJQdWJsaXNoZXIy MTIzMzUy