Dış görünüşü ve kişilik yapısı:
MerhumNaci Hoca'yı bu satırların yazarı olan ben ve
arkadaşlarım, -tahminime göre- ilk olarak 1957-58
yıllarında, Denizli Lisesinin orta kısmında okurken,
arada bir cuma günleri ve Ramazan geceleri gittiğimiz
Yeni Cami'de tanıdık. 1960'lı yılların başında ise, bizler
Denizli Lisesinde okurken, o da dışarıdan lise bitirme
sınavlarına hazırlanıyordu. Lise Caddesi üzerinde
bulunan Çatalçeşme Parkı'nın, o zamanlar ortasında
fıskıyeli havuzunda ördeklerin yüzdüğü, kanarya sesleri
arasında sakin bir görünüm sergileyen çay bahçesinde
zaman zaman bazı derslere birlikte hazırlandığımız
olurdu.
Çok sıcak yaz günleri dışında, daima takım elbiseli,
kıyafetine ve gömleğine uygun kravatı ile son derece
temiz giyimli zarif ve ayrıcalıklı bir kişilik sergilediğini çok
iyi hatırlıyorum. Söz ve davranışlarında dikkatli ve
uyanık tavırlı idi. Yaşı ve konumu ne olursa olsun,
karşısındakini dikkatle dinleyerek, ona önem ve değer
verdiğini açıkça belli eder, böylece hemen herkesle
barışık olarak sıcak ilişkiler kurmayı başarırdı.
Bizlerin, gençliğin verdiği ataklıkla son derece
hareketli olduğumuz o dönemlerde, vakur ve sakin
tavırları ile daha dengeli olmamız yolunda farkına
varmadığımız, daha doğrusu varamadığımız bir
ustalıkla rehber olur; “Bakın ben, nasıl sabır ve dikkatle
yılmadan bu yaşımda çalışıyorum, sizler okuma
çağınızda daha da gayret göstermelisiniz...” gibilerden
örnek bir kişilik sergilerdi. Bu da, bizim daha titiz bir
şekilde çalışmamız ve daha çok çaba harcamamız
gerektiği noktasında tam bir motivasyon olurdu.
Daha öncesinde ve bizlerin okuduğu 1950'li, 1960'lı
yıllarda Denizli Lisesinin orta kısmından itibaren, giyim
kuşamımızla ilgili olarak saçımızdan, başımızdan,
şapka, kravat mecburiyetinden, ayakkabıların
boyasından başlamak üzere; sınıf içi, sınıf dışı bütün
davranışlarımız, söz ve hareketlerimizle birlikte eğitim-
öğretim de gerçekten çok sıkı ve hatta -itiraf etmek
gerekirse- sıkıcı idi.
Bu durum, derslerden ve konularından değil;
idarecilerin ve hocaların başarıyı aşırı disiplinde gören
anlayış ve davranışlarından kaynaklanıyordu. Yoksa
hepimiz yeni şeyler öğrenmek, başarılı olmak ve
İstanbul, Ankara üniversitelerinde okumak, muhakkak
başarıyı yakalayıp iyi yetişmiş insanlar olarak
memleketimize, milletimize hizmet etmek istiyor ve onun
için de çok çalışıyorduk. En çok sevdiğimiz dersler ise,
hiç şüphesiz hocasını çok beğendiğimiz ve sevdiğimiz
dersler idi.
Ancak, okulda sınır tanımayan disiplinin yarattığı
korku ve çekingenlik bizleri yıldırıyor, bazı hocalardan
uzaklaşma isteğimiz, ister istemez onların derslerinden
de soğumamız sonucunu doğuruyordu. Bu çerçevede
içimizde, Aydın ve İzmir gibi bazı yakın illerin liselerinde
okuma isteği uyanmış ve hatta giden arkadaşlarımız bile
olmuştu.
Bunu, bazı hocalarımız yıllar sonra çok iyi anlamışlar
ve bizlere: “Sizleri ne kadar sıkmış ve üzmüşüz. Bunu,
sizler mezun olup gittikten sonra çok iyi anladık. Kusura
bakmayın, çocuklar!” demek gereğini duymuşlardı.
Ama, her şeye rağmen kendilerine minnet ve şükran
duygularımızı dile getirmek, vicdani bir görevdir.
İşte böyle bir ortamda bizlere, Çatalçeşme'de birlikte
gerçekleşen çalışmalarımız sırasında, hemen her dersi
ve konuyu sevdiğimiz takdirde, daha başarılı
olacağımızı ifade yolunda merhum Naci Hoca'mızın,
Yeni Cami
’
de vaaz verirken.
5