Background Image
Previous Page  41 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 41 / 44 Next Page
Page Background

Beş çocuklu bir ailenin, üçüncü çocuğu olarak 1939

yılında Alaattin'de doğdu.

Küçük yaşlarında annesini kaybetti.

Babaannesi Hetike (Atike) ve babası Hüseyin…

Yoksulluk içinde bir yaşamın içinde, çoğu zaman

kardeşlerine annelik ederek geçti çocukluk yılları.

Büyük ağabeyi terzi, küçüğü öğretmen, kendisi

öğretmen, küçüklerinden biri orman mühendisi, diğeri

doktor olarak hayata atıldılar.

Evliliğinden iki kızı bir oğlu oldu; oğlu ve bir kızı

doktor, diğer kızı öğretmen oldu.

Kendisi de 1992 yılında öğretmenlikten emekli oldu.

Emekliliğinde uğraş olsun diye bir iç çamaşır dükkânı

açtı; yanı sıra çok sevdiği müzik ve müzik aletleri yapımı

ile uğraştı; bağlamalar, kabak kemaneler, curalar yaptı;

yaptıklarını hiç satmadı; satamadı; bazılarını sevdiği

dostlarına hediye etti.

Yaptığı müzik aletlerinden en çok curaya önem verdi;

bu aletin üç çeşidinin (standart) belirlenmiş,

benimsenmiş ölçülerini çıkardı.

Çalgı aletlerini, çalıştırdığı daracık dükkânında, bir

çakı, bir keser, cam parçaları ve zımpara kullanarak

yaptı.

En iyi sesi alabilmek için, sazların teknesini oymakla

yetinmeyip, saplarını ve burgularının takıldığı

boyunlarının içini de boşalttı…

Yaptığı aletleri hassas terazilerde tarttı. Gramlarla

tanıttı…

Üzerlerine “teke” resmi yaptı.

Tekenin yaşadığımız coğrafyaya adını veren “erkek

keçi” olduğunu, Teke Yöresinin dağlar, yaylalarla zor

doğal koşullarında bu hayvanın en verimli hayatı

bulduğuna inandı;

Bu yöreye yerleşmiş Yörük boylarını, “Göçer”

yaşantılarını tanımaya, tanıtmaya çalıştı.

Müziklerin, yerel kültürlerin ayrılmaz parçasını

oluşturduğunu, bunun da doğal koşullara bağlı olarak

şekillendiği, dillendiği, “ses”lendiğini; anlattı durdu.

Bağlama yapımını ve saz çalmayı babasından

öğrendiğini, daha sonra okullardaki haftada birer

saatlik derslerle ve de çevresindeki kişilerle iletişim

içinde geliştirdiğini…

Böbürlenmeden ve de övünmeden anlattı,

alçakgönüllülükle hem kendini hem de “yöre kültürünü,

müziğini” tanıttı.

Zamanın acımasızlığıyla kültür öğelerinin

kaybolmasından dertlendi, kültürel yozlaşmadan

kaygılandı.

Her köyün “bir zeybek havası” olduğunu, oyunuyla

oynandığını, bazı kimselere ait bile “zeybek oyununun”

en iyi o kişi tarafından oynanabildiğini;

Zeybeklerin dağdaki “eşkıya” olarak adlandırılan

efelerin oyunu olduğunu, kadından efe olmadığından,

bayanların zeybek oynamasının da farklılaşan bir

kültürel “başkalaşıma” yol açacağını savundu…

Bir de türkülerin aslından farklı sözlerle ve anlamlarla

söylenmesi, halkın olanın hak edilmeden bencilce

sahiplenilmesi; O'nu hep üzdü, içini kanattı!

Örneğin, “Cemile” türküsündeki hafif karakteri

tanımlayan, cinsellik çağrışımlı “gaydırı gubbak”

yakıştırması; nesnelliğini bozduğunu, aslının “aygın

baygın” olduğunu ısrarla inatla ve açıklamalarla

savundu durdu.

Bazen kahroldu, bazen mutlu;

Yaptı, çaldı, söyledi, öğrendi, öğretti;

Kısacık ömrü, ne yapacaklarına yetti ne de

kaygılarını gidermeye…

* * *

39