

başka bir sıkıntı. Yanımızda şimdiki
gibi taşıt, cep telefonu filan yok ki
yardım isteyelim. Bu koşullarda zor
bir görevimiz vardı.”
Ormancı Faik gibi alaylı orman-
cılardan sonra okul mezunu orman
muhafaza memurları onların yerini
doldurmaya başladılar. Kıyafetleri
sadeleşti. Mavzerleri, köpük köpük
terlemiş atları maziye karıştı. Halkın
türkülere işlediği ormancılar bir bir
emekli oldular. Bu nesil ormancılar
da toplumumuzun kültürüne, anısı-
na birçok iz bırakarak yerlerini genç
nesil okul mezunu meslektaşlarına
bıraktılar.
Onlarla konuşurken halkımızı en
ince ayrıntınsa kadar çok iyi tanıdık-
larını gözlemlemekteyiz. İlkokul me-
zunu olmalarına rağmen toplumla iç
içe olmalarının sorumluluğu ile ken-
dilerini yetiştirmişler, yurt ve dünya
sorunlarını kavramış, bilinçli kişilerdi.
Ormancı Faik onca sene ormancılığı-
nın muhasebesini yaparken:
“Hep başım dik, alnım açık gez-
dim. Kimseye boyun eğip, ağam,
paşam demedim. Görevimin gereği
neyse onu yapmaya çalıştım. Bu ne-
denle arkamızdan, önümüzden ileri
geri konuşanlar olabilir. Hayır dua
edenler de olabilir. Ama ağaçların,
taze fidanların duası yeter bize.” di-
yerek sözlerini tamamladı.
Yolunuz Deliktaş Mahallesine dü-
şerse Ormancı Faik’i elinde bastonu
ile kahveye çıkarken, ya da kahvede
sohbet ederken görebilirsiniz. Bit-
mek tükenmek bilmeyen mizahları-
nı, öykülerini dinleyebilirsiniz. Ancak
son altı aydır 84’lük çınar yaşlandı ve
o gösterişli halinden eser kalmadı.
Geride kalan hala ışıl ışıl bakan, mi-
zah kokan sözleri ve doyumsuz soh-
betleridir.
Pamukkale Üniversitesi rahatsızlı-
ğı nedeniyle uğrak yeri olmuştur. Ra-
hatsızlığına rağmen mizah anlayışı,
yaşamı seven hoşsohbet haliyle dok-
torların, hemşirelerin ve hastaların
“Ormancı Faik Amcasıdır.”
gözleri dağları tarar gibiydi. Her da-
ğın, her yamacın kendine özgü hava-
sını, suyunu bilen biri olarak anlatırdı
anılarını.
“Çalı çırpı kesen, yakacak temin
edenlere hoşgörülü davranırdım. Bir
gün yaşlı bir nine odunu kesmiş ama
eşeğine yüklemekte güçlük çekmek-
teydi. Beni, uzun boyumla, at üstün-
de görkemli halimle görünce eli aya-
ğı karıştı ve ağlamaya başladı.
Attan indim. “Ağlama ana” de-
dim. Odunu eşeğine yükledim. Şimdi
haydi şu yoldan evine git. Ama yol-
da kaçakçılara rastlarsan ve oralarda
ormancıyı gördün mü diye sorarlarsa
görmedim, diyeceksin. Benim ama-
cım kaçakçıları yakalamak, dedim.
Nine bin bir dualar ederek arkasına
baka baka sürüdü eşeğini. O gün
uzun zamandır izlediğim kaçakçıları
yakaladım ve mahkemeye verdim.
Cezalarını ağır ödediler.”
Bu anısıyla içinde yaşadığı orman
köylüsünü korumaya çalıştığını ve
onların sorunlarını çok iyi bildiğini
vurgulamak ister gibiydi.
“Bir gün dağda bir kaçakçı yaka-
ladım. Gencecik ağaçları kesmişti.
Zabıt tuttum ve mahkemeye verdim.
Ancak mahkeme adamı bulamamış;
çünkü adam bana olmayan bir kişi
kimliği vermiş. Bu konuda hâkim
beyden de fırça yedik. Hâkime ‘Ben
bulurum onu efendim.’ dedim. Gün-
lerce sordum soruşturdum. Ama
adamı bulamadım. Her hafta salı
günü Acıpayam pazarında dolaşma-
ya başladım. Uzun bir süre sonra bir-
den adamı karşımda gördüm. Beni
görünce yüzü kireç gibi bembeyaz
oldu. Atımın önüne katarak, herkesin
bakışları arasında, arada bir kırbaç-
la vurarak ‘Adın soyadın?’ diye diye
karakola sokup kimlik tespiti yaptır-
dım.”
Ormancılığın tehlikeli ve zorlu bir
meslek olduğunu söyledikten sonra
bugün görev yapan arkadaşlarının
elindeki olanakları gördükçe, duy-
dukça “Bizler çok çile çektik.” diye-
rek eliyle çilelerin saymakla bitmedi-
ğini belirterek sözlerine devam etti.
“Bizim zamanlarımızda ormancı-
lık zordu. Halk içinde görevimiz ge-
reği düşmanımız çok olurdu. Dağa
iki arkadaş veya tek çıkmak zorunda
kalırdık. Bu uğurda birçok arkadaşı-
mız canını vermiştir. Bunlardan biri
de aziz arkadaşım “Çallı Bahri”dir.
Ben meslektaşlarımın içinde kurnaz-
lığımla tanınan biriydim ve dağda
kimseye güvenmezdim. Böyle olmak
zorundaydım. Bahri’ye kaç kez sırtını
kaçakçıya dönme dedimse olmadı.
Sonunda yakaladığı kaçakçı için zabıt
tutarken kaçakçının oğlu tarafından
arkasından nacakla başının kesildi-
ğini duyunca çok sarsıldım. Günlerce
gözüme uyku girmedi.”
“O yıllarda orman yolları yoktu.
At sırtında, derin vadilerden, keçi
yollarından, sarp kayalıklardan ge-
çerek kaçakçı pususuna yatardık. Ka-
çakçılar da yakalanacaklarını anlayın-
ca, hele hele suçları büyükse direnir,
bazen silahla karşılık verirlerdi. Bizim
elimizde mavzerden başka bir sila-
hımız yoktu. Yazır dağında bir gece
boyu kaçakçılarla müsademeye tu-
tuştuğumuzu hiç unutamam. Adamı
vursan bir türlü bela, bıraksan kesi-
len ormanın günahı ve sorumluluğu
Acıpayam’ın üç namlı Ormancısı,
Bir bayram töreninde çelenk koyarken.
Ormancı Faik, Niyazi ve Başaran
19