Background Image
Previous Page  21 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 21 / 44 Next Page
Page Background

başka bir sıkıntı. Yanımızda şimdiki

gibi taşıt, cep telefonu filan yok ki

yardım isteyelim. Bu koşullarda zor

bir görevimiz vardı.”

Ormancı Faik gibi alaylı orman-

cılardan sonra okul mezunu orman

muhafaza memurları onların yerini

doldurmaya başladılar. Kıyafetleri

sadeleşti. Mavzerleri, köpük köpük

terlemiş atları maziye karıştı. Halkın

türkülere işlediği ormancılar bir bir

emekli oldular. Bu nesil ormancılar

da toplumumuzun kültürüne, anısı-

na birçok iz bırakarak yerlerini genç

nesil okul mezunu meslektaşlarına

bıraktılar.

Onlarla konuşurken halkımızı en

ince ayrıntınsa kadar çok iyi tanıdık-

larını gözlemlemekteyiz. İlkokul me-

zunu olmalarına rağmen toplumla iç

içe olmalarının sorumluluğu ile ken-

dilerini yetiştirmişler, yurt ve dünya

sorunlarını kavramış, bilinçli kişilerdi.

Ormancı Faik onca sene ormancılığı-

nın muhasebesini yaparken:

“Hep başım dik, alnım açık gez-

dim. Kimseye boyun eğip, ağam,

paşam demedim. Görevimin gereği

neyse onu yapmaya çalıştım. Bu ne-

denle arkamızdan, önümüzden ileri

geri konuşanlar olabilir. Hayır dua

edenler de olabilir. Ama ağaçların,

taze fidanların duası yeter bize.” di-

yerek sözlerini tamamladı.

Yolunuz Deliktaş Mahallesine dü-

şerse Ormancı Faik’i elinde bastonu

ile kahveye çıkarken, ya da kahvede

sohbet ederken görebilirsiniz. Bit-

mek tükenmek bilmeyen mizahları-

nı, öykülerini dinleyebilirsiniz. Ancak

son altı aydır 84’lük çınar yaşlandı ve

o gösterişli halinden eser kalmadı.

Geride kalan hala ışıl ışıl bakan, mi-

zah kokan sözleri ve doyumsuz soh-

betleridir.

Pamukkale Üniversitesi rahatsızlı-

ğı nedeniyle uğrak yeri olmuştur. Ra-

hatsızlığına rağmen mizah anlayışı,

yaşamı seven hoşsohbet haliyle dok-

torların, hemşirelerin ve hastaların

“Ormancı Faik Amcasıdır.”

gözleri dağları tarar gibiydi. Her da-

ğın, her yamacın kendine özgü hava-

sını, suyunu bilen biri olarak anlatırdı

anılarını.

“Çalı çırpı kesen, yakacak temin

edenlere hoşgörülü davranırdım. Bir

gün yaşlı bir nine odunu kesmiş ama

eşeğine yüklemekte güçlük çekmek-

teydi. Beni, uzun boyumla, at üstün-

de görkemli halimle görünce eli aya-

ğı karıştı ve ağlamaya başladı.

Attan indim. “Ağlama ana” de-

dim. Odunu eşeğine yükledim. Şimdi

haydi şu yoldan evine git. Ama yol-

da kaçakçılara rastlarsan ve oralarda

ormancıyı gördün mü diye sorarlarsa

görmedim, diyeceksin. Benim ama-

cım kaçakçıları yakalamak, dedim.

Nine bin bir dualar ederek arkasına

baka baka sürüdü eşeğini. O gün

uzun zamandır izlediğim kaçakçıları

yakaladım ve mahkemeye verdim.

Cezalarını ağır ödediler.”

Bu anısıyla içinde yaşadığı orman

köylüsünü korumaya çalıştığını ve

onların sorunlarını çok iyi bildiğini

vurgulamak ister gibiydi.

“Bir gün dağda bir kaçakçı yaka-

ladım. Gencecik ağaçları kesmişti.

Zabıt tuttum ve mahkemeye verdim.

Ancak mahkeme adamı bulamamış;

çünkü adam bana olmayan bir kişi

kimliği vermiş. Bu konuda hâkim

beyden de fırça yedik. Hâkime ‘Ben

bulurum onu efendim.’ dedim. Gün-

lerce sordum soruşturdum. Ama

adamı bulamadım. Her hafta salı

günü Acıpayam pazarında dolaşma-

ya başladım. Uzun bir süre sonra bir-

den adamı karşımda gördüm. Beni

görünce yüzü kireç gibi bembeyaz

oldu. Atımın önüne katarak, herkesin

bakışları arasında, arada bir kırbaç-

la vurarak ‘Adın soyadın?’ diye diye

karakola sokup kimlik tespiti yaptır-

dım.”

Ormancılığın tehlikeli ve zorlu bir

meslek olduğunu söyledikten sonra

bugün görev yapan arkadaşlarının

elindeki olanakları gördükçe, duy-

dukça “Bizler çok çile çektik.” diye-

rek eliyle çilelerin saymakla bitmedi-

ğini belirterek sözlerine devam etti.

“Bizim zamanlarımızda ormancı-

lık zordu. Halk içinde görevimiz ge-

reği düşmanımız çok olurdu. Dağa

iki arkadaş veya tek çıkmak zorunda

kalırdık. Bu uğurda birçok arkadaşı-

mız canını vermiştir. Bunlardan biri

de aziz arkadaşım “Çallı Bahri”dir.

Ben meslektaşlarımın içinde kurnaz-

lığımla tanınan biriydim ve dağda

kimseye güvenmezdim. Böyle olmak

zorundaydım. Bahri’ye kaç kez sırtını

kaçakçıya dönme dedimse olmadı.

Sonunda yakaladığı kaçakçı için zabıt

tutarken kaçakçının oğlu tarafından

arkasından nacakla başının kesildi-

ğini duyunca çok sarsıldım. Günlerce

gözüme uyku girmedi.”

“O yıllarda orman yolları yoktu.

At sırtında, derin vadilerden, keçi

yollarından, sarp kayalıklardan ge-

çerek kaçakçı pususuna yatardık. Ka-

çakçılar da yakalanacaklarını anlayın-

ca, hele hele suçları büyükse direnir,

bazen silahla karşılık verirlerdi. Bizim

elimizde mavzerden başka bir sila-

hımız yoktu. Yazır dağında bir gece

boyu kaçakçılarla müsademeye tu-

tuştuğumuzu hiç unutamam. Adamı

vursan bir türlü bela, bıraksan kesi-

len ormanın günahı ve sorumluluğu

Acıpayam’ın üç namlı Ormancısı,

Bir bayram töreninde çelenk koyarken.

Ormancı Faik, Niyazi ve Başaran

19