Naile Hanım, 1935 senesinde, bir kış günü Tavas
kazasının Orta Mahallesinde- adı geçen mahalle,
ilçenin daha çok şehirli hayat nizamının yaşandığı
yerdir- kendi evlerinde gözlerini dünyaya açmıştır.
Annesi o yılların tipik bir ev kadınıdır. Babası terzidir.
Fakat bu mesleğini pek icra etmemiştir. Arada hayvan
alım-satım işleriyle uğraşmış; daha çok babadan kalan
mirası arkadaşlarıyla tüketmiştir.
Naile Hanım'dan, çocukluk yıllarını anlatmasını
istediğimizde, aklına gelen ilk mesele İkinci Dünya
Savaşı sırasında -ki bu dönem onun çocukluk yıllarına
denk gelir- kendisinin ve ailesinin yaşamış olduğu
yokluklar ve kıtlıklardır.
“Un yok! E'mek yok! Goca ninen Goca Küllüğe eline
keseyi alıp un almaya gidedi. 6 kilo- 10 kilo un alı gelidi.
Onunna e'mek dedik. Yuka e'meği.. Bigün kapıya asker
çıkıgeldi. E'mek istedi. Ben de vedim.”
“Yürüyerek Akdağ'a sobada yakmak için çalı
toplamaya gidilidi. Komşula anlaşı; yıldız doğunca
çıkalım diye... Saat yok! Çok çektiler. Çıkınlarına e'mek
goyaladı. Başka katık yok! Sobalada çalı çatılıdı... İki-üç
eşek yükü odun alınıdı... Odun alınsa sevinidik.”
Çocukluğuna dair anlattığı bir diğer şey oynadıkları
oyunlardır. Pek çok Anadolu yöresinde olduğu gibi
Tavas'ta da kız çocukları arasında ip atlamak ve evcilik
oynamak ilk akla gelen oyunlardandır. Bunun dışında
çaputtan, tüylerle ve çivilerle kendi oynayacakları
bebekleri kendileri yaparlarmış. Kendisi o kadar güzel
bebekler yaparmış ki; arkadaşları da ona yaptırırmış
oyuncak bebekleri.. Bir gün 7-8 yaşlarındayken
kırpıntılardan bebek yorganı yapmış. Bir arkadaşı da
bunu çok beğenip kendisinden habersiz almış ve yıllar
sonra gelip helâlleşmiş. Tabi oyunlar için ayırabildikleri
zaman son derece kısıtlıdır. Zira yaşıtları gibi kendisinin
de ev işleri ve nakışla ilgilenmesi gerekmektedir. Kendi
ifadesiyle:
“Çocukken oyun oynadık. Çağırırladı evden; işinizin
başına geçin, diye. Acçık da oynayalım diye can atadık.
Biraz sokakta oyun oyna, sonra yine nakışın başına
oturuduk.”
Naile Hanım'ın küçüklük yıllarındaki eğitim süreci de
Anadolu'daki genel durumu yansıtır niteliktedir. Bilindiği
gibi yakın bir zamana kadar -hatta bugün bile bazı
yörelerde- kız çocukları okullara gönderilmezdi. Kendisi
okul çağına geldiğinde arkadaşı Melân teyzenin babası,
kızıyla birlikte Naile Hanım'ı da Gazi İlkmektebi'ne
yazdırmak istemiş. Ancak babası, hasta yatağında, bu
meseleye kesinlikle olmaz diyerek karşı çıkmış.
Kendisinin anlattığına göre o günden beri hatta bugün
bile okuma arzusu, içinde hep ukde olarak kalmış.
Bununla birlikte Naile Hanım temel Kur'an eğitimi
alması için, evlere hocaya gönderilmiş.
Naile Hanım'ın anılarında, bu Kuran eğitiminin kalıcı
bir şekilde yer etmiş olduğunu görmekteyiz. Zira Kuran
eğitimini veren hoca, dersleri bir çocuk oyunu oynanır
gibi aktarırmış. Anlaşılan çocukluğunda çok kısıtlı
zamanlarda oynamasına izin verilen Naile Hanım,
çocukluk dönemindeki bu eksikliği Kuran eğitimi
sürecinde doldurur. Naile Hanım bu durumu şu şekilde
aktarmaktadır:
“… bi odun alıdık gış gününde. Bürgü bürünüdük.
Hocaya gidedik. Toplanıdık. Sırası geleni okuduveridi
hoca. Subhâneke'den başladık. Üç-beş gün sona başka
sureye geçedik. 'Elem neşrah' ile bitiridik.”
Kuran'da “Elem neşrah leke sadrak” ile başlayan
İnşirah Sûresi'nin son âyet-i kerîmesi: “Ve ilâ Rabbike
ferğab” dır.
“… 'Ferğab tacı kab' dedi hoca. Tacın gapıldı bitti. Bi
da yeniden başladık. Sübhâneke'den başladık gine.
Goca ninen 'tuzumba' denen nohutlu buydey
bişiriveridi. Onu alı gidedik, hep yeledi çocu'la ordaki.
Yaaa üç yo tacım gapıldıdı benim. Üç yo tekrarladım.
Nurda yatsın Cerezçi Mustıfa dede ne güze okuttu…”
“Tacının kapılma”sını, bugünkü kep fırlatma törenine
benzeterek; gurur ve hüzünle anar o günleri Naile
Hanım.
Gelini ile bağ evinde oya yaparlarken. 1980
24