Background Image
Previous Page  5 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 5 / 44 Next Page
Page Background

*Hüseyin Çavuş’un başından geçen başka olaylar-

la, gerçekleştirdiği diğer işler hakkında fazla bilgi

için bkz: Dr. Mehmet Ali GÜLEL, “Bir Portre: Dedem

Büylücü Hüseyin Çavuş (Gülel) /1893-1975”

“21. Yüzyıla Girerken Geçmişten Günümüze Çal Yö-

resi Sempozyumu Bildirileri”, Denizli 2007,

s.604-613.*

‘Bando takımının çalgı ve sazlarını teslim

etmeleri’ için bir emir gelir. Buna karşı

verdikleri cevap kısa ve kesindir: ‘Teslim

etmeyeceğiz!’

Bu kısa ve kararlı cümle, hemen ‘isyan’

olarak adlandırılır ve bando takımının

hepsi de, kamyonlarla İngiliz karargâhına

götürülür. Hüseyin Çavuş, arkadaşlarına:

‘Biz yenilmiş bir ordunun bando takımı

değiliz. Onun için, İngiliz kumandanları-

nın yanına yaklaşırken çok canlı bir şe-

kilde Sultanî Marşı’nı çalacağız ve baş-

larınız yukarıda olacak. Biz yenilmedik!’

diyerek adeta kahramanca haykırır.

İngiliz işgal kuvvetlerinin yanında bu-

lunan ve daha henüz bellerindeki kılıçları

alınmamış olan Türk kumandanları olan

paşalar, istiklâlimizi temsil eden Sultanî

Marşı’nı duyunca, büyük heyecan duya-

rak ağlamaya başlarlar.

İngilizler adına tercümanın, ‘sazlarınızı

niye teslim etmiyorsunuz?’ sorusuna Hü-

seyin Çavuş: ‘Bu sazları kıracağız, ama

yine de alçak İngiliz’e teslim etmeyece-

ğiz. Biz İngiliz’e yenilmedik, versin bizim

silahımızı. Gideceğiz çöle... Orada, aç

olsak da şerefimizle savaşacağız, ama

teslim olmayacağız. Bizi al ilen (hile ile)

esir aldılar. Versin silahımızı! Aç kalaca-

ğız, ama teslim olmayacağız!’ kararlı ce-

vabını verir.”

Bu cevap üzerine, orada bulunan İngi-

liz Başbakanı Lloyd George’un ağabeyi, “

Türk ölür, teslim olmaz!” demek zorunda

kalır ve ardından bando takımına bir ev

tahsis ettirerek, askerlere üçer sarı lira,

Hüseyin Çavuş’a da beş sarı lira maaş

bağlar. Bando takımı iki sene boyunca bu

maaşı alır. Sazları da kendilerinde kalır.

Daha sonra İngilizler Hüseyin Çavuş’un

bando takımını serbest bırakmak üzere

Mudanya’ya çıkarırlar. Burada sazları

Mareşal Fevzi Çakmak’a teslim ederler

ve herkes memleketine, Hüseyin Çavuş

da Çal’ın Yukarıseyit köyüne döner. Hü-

seyin Çavuş, toplam yedi yıl Yemen’de

askerlik yapar ve iki yıl da Mısır’da esaret

altında kalır.

Çal’a döndükten sonra da boş dur-

maz ve orada Müftü Ahmet İzzet Efen-

di (Çalgüner) ile Necip Bey tarafından

oluşturulan Kuvâ-yı Milliye’ye katılarak,

1920 ‘de hemşehrileriyle birlikte Medele

üzerinden Uşak cephesinde, yurdu işgal

eden düşmana karşı mücadeleye girişir.

9 Eylül 1922’de de, İzmir’e ilk giren Mu-

zaffer Ordu’nun içinde o da yer alır

Büyük Zafer’in kazanılmasında sonra

tekrar Çal’a dönen Hüseyin Çavuş, Ye-

men’den arkadaşı Çallı Mustafa Çavuş

(Alpaslan) ve Afyon cephesinden tanıdığı

Çıtaklı Abdullah Çavuş (Burhan) ve yine

Çıtaklı olan Nebi Evliya ile birlikte ünlü

Büylücü Hüseyin Çavuş bandosunu kurar.

Bu bando takımı, Denizli’nin ilçelerinin

yanı sıra Uşak, Burdur ve Afyon’da da ta-

nınır ve düğünlere davet edilir.

Hüseyin Çavuş’un, okuma yazması ol-

madığı halde, gerek Yemen’de bulunduğu

yıllarda ve gerekse köyüne dönüşünde,

hep kulaktan alarak önce bilgi sahibi ol-

duğu, sonra da geliştirdiği müzik sana-

tında, aynı zamanda doğu-batı kültürünü

de nasıl sentezlediğini, yani birleştirip

bütünleştirme üstün başarısını gerçek-

leştirdiğini göstermesi bakımından, to-

runu Sayın Mehmet Ali Gülel’in hatırala-

rına dayalı şu tespitleri de ayrıca dikkate

değer niteliktedir:

“Dedem Hüseyin Çavuş elbette birçok

çağdaşı gibi. Okuma yazma yok, söylene-

ni iyi dinleyip anlayarak benimsemek var

ve bir daha da unutmak yok. İşte bu şe-

kilde Yemen’de komutan hocalarının, ya

da ustalarının öğrettiği notaları ölümüne

kadar taşıdı. Hele düğünlerde sandalye

ile dans edişini unutamam dedem Hü-

seyin Çavuş’un. Meğerse, o sırada Mavi

Tuna Dalgaları’nı (Avusturyalı klasik batı

müziği ve opera bestecisi Strauss’un

ünlü Mavi Tuna Valsi’ni) oynarmış.

Vals yapmak için bir ‘damme’ (dam),

yani kadın dansçı gerek. Denizli, Uşak,

Burdur, Afyon köylerinde bu imkânı ne-

reden bulacaksın? Hangi hanım ‘dam’

olarak vals etmeğe yanaşacak? Aslında,

daha valsin ne olduğunu kim bilecek? Bu

vals, her gittiği düğünde dedem tarafın-

dan mutlaka yapılırmış. Bilenler bundan

zevk alırken, bilmeyenler gülümseyerek,

ya da kahkaha atarak neşelenirmiş. Böy-

lesi durumlara benim de çok tanıklığım

oldu.”

Sözlerimizi, Sayın, Mehmet Ali Gülel’in,

merhum Hüseyin Çavuş’un aile içi zengin

kişiliğini yansıtan hatıra yüklü şu satırları

ile bitirelim:

“Dedemle geçen yılları hüzünle ve

özlemle yâd ederim zaman zaman. Ye-

men’de başından geçenleri ve Kurtuluş

Savaşı anılarını diz çökerek dinlediği-

mizi, bize Kur’an’dan sureler öğretmeye

çalıştığını hatırlarım. Kurtuluş Savaşı

öykülerini dinleyerek ulu önder Atatürk’ü

sevmeyi hep ondan öğrendik. Halkevle-

rini bize o anlattı. Lâikliğin önemini bize

o benimsetti. Hele onun Wega markalı

lambalı radyosundan, şimdi ondan bir

armağan olarak sakladığım, Klasik Batı

müziği dinleyişine anlam veremezdim,

anlayamazdım o çocukluk günlerimde.

Sıkılırdım ve belki boşboğazlık edip sor-

duğumda: ‘Bunları da dinleyin, hep uç-

kur peşkir havaları dinlemeyin!’ der, bizi

azarlardı. Lisede okuduğum yıllarda mü-

zik öğretmenimiz Tayfur Bey’in bize Kla-

sik Batı müziği dinletmeye çalıştığı za-

man dedemi anlayabilmiştim ve bu sefer

lambalı radyodan değil de transistörlü

radyodan müzik dinlediğimiz zamanla-

rı hatırlarım. Dedem sadece Klasik Batı

müziğİ bilmek ve dinlemekle kalmıyor;

Sultan İkinci Mahmut döneminde İtal-

ya’dan getirilen ve batılı anlamda askerî

bandonun kurucusu olan Donizetti Pa-

şa’yı da biliyordu.” (*)

Büylücü Hüseyin Çavuş Bandosu 1930’lu yıllarda; trompet Hüseyin Gülel, klarnetler Mustafa Alpaslan ve

Abdullah Burhan, krankaz davul Davulcu Nebi Evliya.

3