Background Image
Previous Page  7 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 7 / 44 Next Page
Page Background

Resim 1: Hacı Efendilerin yurdu (Bundan kısa bir zaman önce)

Burada Türk askerleri etrafı tel örgü-

lerle çevrili esir kampına alınırlar. Daha

serüven bitmemiş ve Türkiye’ye gönde-

rilmemişlerdir. Bu esaret tam iki yıl sü-

rer. Ancak, bu esaretin Mısır ayağında,

kendilerinden çalgılarını teslim etmeleri

istenir. O bu emre uymaz ve direnir. O

günlere ilişkin bir anısı şöyledir: Esaret

anlaşması yapılırken bando kumandanı,

“Artık teslim olduk! Bundan sonra ne ya-

parsanız serbestsiniz. Benim bir yetkim

yok. Bando senden soruluyor Hüseyin

Çavuş!” demiş. Kumandan böyle söyler

de, erat onun sözünü tutmaz mı? Artık

yetkiler dedemde olduğu için; düşünür.

En yakın arkadaşlarına; “Sıcağın altında

açlıktan öleceğimize, gelin isyan edelim

de bizi kurşuna dizsinler!” der. Onlar da

böyle bir ölümü daha şerefli bulurlar. Bir

gün İngiliz karargâhından; “Bando takı-

mının çalgı ve sazlarını” teslim etmeleri

için bir emir gelir. Dedemlerin beklediği

an gelmiştir. Verdikleri cevap kısa ve ke-

sindir: “Teslim etmeyeceğiz!”

Bu kısa cümle hemen “isyan” olarak

adlandırılır ve dedemler yani bando ta-

kımının hepsi İngiliz karargâhına kam-

yonlarla götürülür. Dedem, emri altında

bulunan bando takımı efratına; “Biz ye-

nilmiş bir ordunun bando takımı değiliz.

İngiliz kumandanlarının yanına yaklaşır-

ken çok canlı bir şekilde Sultanî Marşını

(o zamanki millî marş olsa gerek) çala-

cağız ve başlarınız yukarıda olacak. Biz

yenilmedik!” demiş.

Kumandanlara yaklaştıkları zaman, o

zamanki millî marşlarını çalmaya baş-

lamışlar. Bizim kumandanlar da İngiliz

kumandanlarının yanındaymış. Henüz

bellerindeki kılıçları İngiliz işgalcile-

ri tarafından alınmamış. Bizim bando

takımını görünce, istiklâli temsil eden

marşı işitince Paşaların gözünden sicim

gibi yaş gelmiş. Bando takımı gereken

gösterisini yaptıktan sonra o zaman-

ki işgal kuvvetleri komutanı olan Loyd

George’un ağabeyinin önüne gelirler ve

selâmlarlar. Bu arada tercüman dede-

me yaklaşarak aynen şöyle hitap eder:

“Domuz oğlu domuz Türkler, payitahtınız

(başkentiniz) elden gitti. Hâlâ diktatör-

lükten kalmıyorsunuz!” der. Bu hakaret

dolu söylem Hüseyin Çavuşun kanına

dokunur ve incinir. “Domuz olsam Urum,

Ermeni olurum bilmem nesini (…) ettiği-

min!” diye karşılık verir.

Dedemin bu tepkisini İngilizlere tam

tercüme edip, Türkleri zor duruma dü-

şürmek isteyen tercümanın oyunu Loyd

George’un, uzun yıllar İstanbul’da yaşa-

mış olan ve Türkçeye vakıf olan, yeğeni

tarafından bozulur. “O vakte kadar, Loyd

George’un yeğeni bir şeyler patırdadı.

İngiliz işgal orduları kumandanı Loyd

George’un ağabeyi, tercümanı yanına

çağırdı. Onu adeta azarlar gibi bir şey-

ler söyledi. Daha sonra tercüman yassı-

larak yanıma gelerek; “Kardeşim sazları

niçin teslim etmiyorsunuz?” diye sorar..

Buna karşılık dedem, rahat bir nefes

aldıktan sonra: “Söyle bu alçak İngiliz’e

…. Bu sazları kıracağız ama yine teslim

etmeyeceğiz! Biz ona yenilmedik, versin

bizim silahımızı! Gideceğiz çöle. Ora-

da aç olsak da şerefimizle savaşacağız

ama teslim olmayacağız! Bizi al ilen (hile

ilen) esir aldı. İki ayda Kostantaniye’ye

çıkaracaktı ama sözünde durmadı. Ver-

sin silahımızı! Aç kalacağız ama teslim

olmayacağız! ... ” demiş.

Bu cevap karşısında duygulanan Loyd

George’un ağabeyi, “Türk ölür, ama tes-

lim olmaz!” demiş. Ardından da dedemin

bando takımına bir ev tahsis ettirmiş,

efratına üç sarı lira, kendisine de beş

sarı lira maaş bağlatmış ve bunu da bir

berat ile tasdik etmiş. İki sene boyunca

dedemler bu maaşı almışlar. Hatta Ka-

hire’deki toplama kampında dahi o belge

ile rahat etmiş. Bandosunun bütün saz-

ları ellerinden alınmamış. Daha sonra

bando takımıyla beraber İngilizler onları

Mudanya’ya çıkarmışlar. Burada sazları

mareşal Fevzi Çakmak’a teslim ederek

memleketi İzmir’in Çal kazasının Yukarı-

seyit köyüne döner.

Bu dönüşle birlikte askerlik henüz sona

ermemiştir. Zira ülke emperyalistlerin ve

işbirlikçilerin işgali altındadır. Musta-

fa Kemal önderliğinde emperyalistlere

karşı Millî Mücadele başlamıştır. Yedi yıl

Yemen’de askerlik ve iki yıl Mısır’da esa-

ret onları bu mücadeleden alıkoyamaz.

Çal’da müftü Ahmet İzzet Efendi [Çal-

güner] ve Necip Bey tarafından oluştu-

rulan Kuvay-i Milliye hareketine katılır

ve 1920 yılında yanındaki öteki hemşeh-

rileriyle birlikte Medele üzerinden Uşak

Cephesinde Kuvay-i Milliye ordusuna

katılırlar.

Hüseyin Çavuş Millî Mücadelede za-

man zaman ateş hattında zaman zaman

sıhhiye olarak emek vermiştir. Hatta

Albay Reşat’ın onur intiharında Çiğilte-

pe’yi düşmandan almayı amaçlayan as-

kerler arasında bulunmuştur. Albay Re-

şat’ın intiharı onları sarsarsa da yine de

yılmazlar ve Çiğiltepe’yi geri aldıklarında

moralleri yerine gelir. Hüseyin Çavuş İz-

mir’e ilk giren Muzaffer Ordusu içinde 9

Eylül 1922’de yer alır.

İzmir’in alınmasıyla birlikte mütareke-

lerden sonra askerlik görevi sona erer

ve terhis edilir. Terhis öncesi orduda kal-

ması ve bandoda görev alması önerilirse

de on iki yıllık askerlik yıllarından sonra

sıla özlemi ağır basar ve köye döner.

Askerlik dönüşünde Yemen’den tanı-

dığı Çallı Mustafa Çavuş [Alpaslan] ve

Afyon Cephesinden tanıdığı Çıtaklı Ab-

dullah Çavuş [Burhan] yine Çıtaklı Nebi

Evliya ile birlikte meşhur Büylücü Hüse-

yin Çavuş Bandosunu kurmuştur.

Yerel olarak trompet “büylü” ve klarnet

“gırnata” olarak adlandırılırdı. Bu bando-

ya zaman zaman eskiden hafızlık yapan

Uşaklı Hafız cümbüşüyle katılırdı. Bando

Denizli’nin ilçelerinin yanı sıra Uşak, Bur-

dur ve Afyon’da da tanınır ve düğünlere

davet edilirdi.

Resim 2: Büylücü Hüseyin Çavuş Bandosu 1930’lu yıllarda; trompet Hüseyin Gülel, klarnetler Mustafa Alpaslan ve

Abdullah Burhan, krankaz davul Davulcu Nebi Evliya.

5