1965 yılında eşi Gülayşe ve kardeşi
Cennet ile kara yoluyla hacca gitmişler
ve aklında kalan Arapça cümle ve keli-
melerle yanındakilere rehberlik de yap-
mıştır. Zira Yemen’de askerlik yaptığı
süreçte o zamanlar Osmanlı toprağı olan
Arabistan’daki kutsal yerleri görme ve
gezme fırsatını da bulmuştur. Aşağıdaki
resim aynı yıl Çal’da hac yolculuğundan
birkaç gün önce çekilmiştir.
Büylücü Hüseyin Çavuş’un yüreğini ya-
kan bir başka olay da 1927 yılında ya-
şanmıştır. Köyde çalgılı bir düğün vardır.
Günlerden Pazar günüdür. Kardeşlerin-
den birisi (Hacı Osman) bu düğüne İsabey
Köyünden arkadaşlarını davet eder. Gelin
çıkarma esnasında İsabey köyünden ge-
len konuklar sarhoşturlar ve silah atar-
lar. Seken kurşunlardan biri Büylücü’nün
küçük kardeşi, İstanbul Darülfünunundan
mezun ve genç Türkiye Cumhuriyetinin
ilk öğretmenlerinden Halil İbrahim Efen-
di’ye isabet eder. Halil İbrahim Efendi’ye
ölmeden önce kimin kurşununun isabet
ettiği kendisine söylenir. Kurşun sahibi-
nin kendi kardeşi Hacı Osman’ın konukla-
rından biri olduğu söylenince çevresinde-
kilerden kağıt kalem ister ve oracıkta, bu
elim yaralanma olayının bir kaza olduğu-
nu kimseden davacı olmadığını Türkçe,
Almanca ve Fransızca olarak, bir dilekçe
yazar . O zamanlar genç Türkiye Cumhu-
riyetinde okur yazarlık olduğu gibi böyle
yetişmiş öğretmen sayısı da yok denecek
kadar azdır. Zira, bu memleket okumuş-
larının ve aydınlarının çoğunu Çanakkale
Savaşında yitirmiştir. Halil İbrahim Efen-
di’nin son isteği daha kırkı çıkmamış oğlu
Hasan’ı görmek olur. Halil İbrahim Efendi
Hasan’ını gördükten sonra ruhunu teslim
eder. Bu vukuat ilçedeki ilgili makamla-
ra bildirilir. Kaymakam ve müddeiumumi
(savcı) gelir. Kendilerine Halil İbrahim
Efendinin el yazısıyla kaleme aldığı di-
lekçe verilir. Kaymakam hıçkırıklarla ağ-
lar ve “Biz öğretmen yetiştirelim derken
var olanları da böyle kaza kurşununa kur-
ban verecek olursak vay bu memleketin
haline…” der. Bu vukuattan kısa bir za-
man sonra 1928 yılında doğan babama
Halil İbrahim adı verilir. Olaylar bununla
da son bulmaz birkaç yıl sonra üzüntü
ve kahırdan Hacı Osman da ölür gider.
Onun ölümünden sonra doğan amcam,
ressam, şair ve yazar Halil Gülel’in baba-
sına da Hacı Osman adı verilir. Görüldü-
ğü gibi günümüzde silah atma maganda-
lığı yeni bir olgu değil. O zamanlar kitle
iletişim araçları yaygın olmadığı için bu
tür olaylar fazla duyulmazmış. Böyle va-
kalar ağızdan ağza dolaşır ve ayrıca halk
arasındaki ozanların yazdığı destansı
ağıtlardan öğrenilirmiş. Bilmiyoruz: Bel-
ki Halil İbrahim Efendi için de bir destan
yazılmıştır.
Halil İbrahim Efendi’nin yetimi Ha-
san’ın bundan sonraki bakımı da Büy-
lücü’nün babası Hacı İbrahim ve anası
Ümmü Gülsüm’e düşer. Ancak onlar da
yaşlıdırlar. Birkaç yıl sonra onlar da bu
dünyadan ebediyete intikal edince küçük
Hasan’ın bakımı Büylücü’ye ve öteki kar-
deşlere kalır. Zira Hasan hem kardeşten
hem ana ve babadan emanettir. İşte o
küçük Hasan büyür ve Kızılçullu (Buca)
Köy Enstitüsünde ve Hasanoğlan Yüksek
Köy Enstitüsünde okur ve babası gibi
öğretmen olur hem de bir mühendis eş-
değerinde bir öğretmen. Aslında Hasan
Gülel’in (Molla Hasan) öyküsü de ayrı bir
yazı ya da kitap konusudur.
Büylücü’nün yöredeki ahbaplıkları da
başkadır. Kolay değil: Yöredeki tüm çal-
gılı düğünleri kotaracaksın, neredeyse
her düğünde o köy ya da beldede üç güne
yakın kalacaksın ve herkes seni tanıma-
yacak. Ova köylerden (Baklan Ovası ci-
varındaki düzlükteki ve dağlık kesimdeki)
Çal pazarına gelenler bir gün önceden,
mahkemesi olanlar ya da kaymakamlığın
değişik yerlerinde işi olanlar Gire (Pazar)
Resim 13: Büylücü Hüseyin Çavuş Hac yolculuğundan önce-1965
8