gününden mutlaka Büylücü’ye misafir
olurlar ve sabah erkenden 4 km uzaklık-
taki ilçeye hem resmi işlerini görmeye
hem de haftalık Pazar gereksinimlerini
görmeye giderlerdi. Büylücü’nün başında
sekiz çocuk, kardeşleri ve onların çocuk-
ları ve derken her kardeşin evlenmiş ço-
cukları ve onların çocukları derken kala-
balık bir aile olmuşlardır. Ova köylerden
bu durumu görenler lüzumsuz yere yük
olduklarını söyleyemezlermiş, bu yüzden
de “Çavuş Dayı sana yeni bir ev yapma
zamanı gelmiş, hele sen bir ev yapmaya
başla evin şöyle kirişi benden böyle mer-
teği benden… .” diyerek gönül almaya
çalışırlarmış. Ben çocukluğumdan çok iyi
anımsarım: Pazar (gire) günleri akşama
doğru dedemin evinin yakın çevresi at
arabalarıyla dolardı. Bu yüzden de Gü-
layşe (babaannem) mutlaka Pazar günle-
ri sabahtan yemek yapmaya başlardı. Bu
konuklar bir yandan itibardan bir yandan
da işlerini kolay yandan görmenin kısa
yoluydu. Her hafta çok sayıda misafire
babaannem alışmış olacak ki bu konu-
da yakındığını hiç duymamıştım. Burada
Pazar günü ile alışveriş yapılan Pazar da
karıştırılmamalı, zira Çal’a pazar pazar-
tesi günleri kurulurdu, şimdi olduğu gibi.
Çal pazarı 1920’li yıllara kadar Çal Süller
arasında, şimdilerde sadece Selçuklu dö-
neminden kalan minarenin olduğu yerde
kurulurmuş. Çal’da iktisadi yaşamın ge-
lişmesi için oradaki Pazar yerinin Necip
Ağa tarafından yaktırıldığı rivayet edilir.
Günün birinde Büylücü’nün ev yapa-
cağı zaman kendisine evlik ağaç sözü
verenleri ziyaret edesi gelmiş, zira ger-
çekten yeni ve daha büyük bir ev yapma-
sı gerektiğine aklı kesmiş ve bütçesinin
yeteceğine inanmış. Yıl 1937. Baklan il-
çesinin sırtını dayadığı Beşparmak dağ-
larındaki köylere, söz veren ve vaadde
bulunan ağalara beylere yolu düşmüş.
Her uğradığı ağalar beyler, “… bizde yok
filanca köyde filancada var… .” cevap-
larını almış. Çaresiz geri dönmeyi göze
aldığı zaman, hiç evine konuk olmamış
ahbaplar yardımcı olmuşlar ve sorunu
çözmüşler. Çocukluğumdan hatırlarım, at
arabasını kasasını çıkartıp, ön dingil ile
arka dingilin birbirinden ayrılarak ağaç
taşıyanları. O kesilmiş uzun çam ağaçları
mis gibi çıra kokardı. Yedi sekiz metrelik
kesilmiş ve at arabasına sarılmış ağaç-
ları hatırladıkça yöredeki ormanların na-
sıl yok olduğunu düşünmek bile çok acı.
O zamanlar bu işle uğraşan ağaçcılara
‘kaçakçı’ denirdi. Ağaç arabaları mahal-
le aralarına gizlenirdi. O ağaç yükünü
taşıyan atlar kan ter içinde kalırdı. Köye
gelen yeşil üniformalı ormancılardan ka-
çakçılar çok korkarlardı. Orman yasası
çok ağır, işin ucunda damda yatmak da
vardı.
Dedem Büylücü Hüseyin Çavuş’un Pa-
zar işleri de bir alemdi. Pek pazara git-
meyi bir yandan sevmezdiyse de, pazara
gitmesi de zorunluydu. Bir yandan evin
haftalık gereksinimi olan sebze, meyve
vs. Bir yandan da düğün yapacaklar, o
zamanlar telefon vb. kitle iletişim araç-
ları yaygın değil, ulaşabilsinler. Düğün-
cüler Büylücü’yü ya Çal pazarında gö-
recek ve düğüne davet edecekler ya da
birisiyle haber salacaklar. Daha, Büylücü,
Çal’a girerken eşeğini biri bir yana öte-
ki beri yana çekiştirir ya sohbet etmek
ya da iş bağlamak isterlermiş. Büylücü
Çal’daki kahvelerden birine oturduğunda
ahbaplarıyla sohbet etmekten kendinden
geçer pazarı unuturmuş, o nedenle de
tam pazarcıların toplanacağı sıra koştu-
ra koştura pazara inermiş. Bazen ya hiç
bir şey alamadan eli boş köye dönermiş
ya da malların en kötüsünü ve seçilmiş-
lerden arta kalanı almak zorunda kalır-
mış. Ben çocukluğumda böyle durumlara
tanık oldum. Babaannemin hiddetinden
ve öfkesinden yanına varılmazdı. Çevre-
de yakın günlerde başka Pazar da kurul-
mazdı. Bir zamanlar yine çocukluğumda;
babaannemin, dedemin alıp getirdiği eti
fırlatıp attığını da hatırlarım. O zaman-
lar kolestrolmüş, şeker hastalığıymış ya
da kansermiş bilinmezdi. Bir yandan da
elektrik nedir bilinmez ki buzdolabı yok.
Etin kavurma yapılması ve yemeklere
zaman zaman katılması gerekirdi. İnsan-
lar yağlı yemekten çekinmezlerdi. Doğal
beslenirlerdi hastalık nedir bilinmezdi.
Uzun süreli hastalıktan yatıp ölünmez-
miş, az yatıp çabuk ölünürmüş. Babaan-
nem dedemin getirdiği eti yağsız olduğu
için atmıştı aslında.
Bu öyküler uzayıp gidiyor, neredeyse
kocaman bir roman konusu. Bunlar bir
kişinin maceralarının öyküsü değil as-
lında. Burada anlatmak istediğimiz, ger-
çekten, Denizli’nin Çalı’ının bir köyünden
bir insan portresi. Ancak; bu kişi doğdu-
ğunda Osmanlı ümmetinden, Yemen’den
dönüşünden, Yemen’de kaldığının yarısı
kadar bir süre sonra Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı. Elbette bir çok çağdaşı gibi.
Okuma yazma yok, söyleneni iyi dinle-
yip anlayarak benimseme var, bir daha
da unutma yok. İşte bu şekilde Yemen’de
komutan hocalarının ya da ustalarının
öğrettiği notaları ölümüne kadar taşıdı.
Hele düğünlerde sandalye ile dans edişi-
ni unutamam Dedem Hüseyin Çavuşun.
Meğerse Mavi Tuna Dalgalarını oynar-
mış. Vals yapmak için bir ‘damme’ yani
bir kadın dansçı gerek. Köylerde böyle bir
durumu nereden bulacaksın, kim yanaşa-
cak. Bu vals her gittiği düğünde dedem
tarafından mutlaka yapılırmış. Bilenler
bundan zevk alırken bilmeyenler gülüm-
seyerek ya da kahkaha atarak neşesini
bulurmuş. Böylesi durumlara çok tanıklı-
ğım oldu.
Dedemle geçen yılları hüzünle ve öz-
lemle yad ederim zaman zaman. Ye-
men’de başından geçenleri Kurtuluş Sa-
vaşı anılarını diz çökerek dinlediğimizi
bize Kurandan sureler öğretmeye ça-
lıştığını hatırlarım. Kurtuluş Savaşı öy-
külerini dinleyerek Ulu Önder Atatürk’ü
sevmeyi hep ondan öğrendik. Halkevle-
rini bize O anlattı, laikliğin önemini bize
o benimsetti. Hele o’nun Wega marka
lambalı radyosundan, şimdi O’ndan bir
armağan olarak sakladığım, Klâsik Batı
müziği dinleyişine anlam veremezdim,
anlayamazımdım o çocukluk günlerimde.
Sıkılırdım ve belki boşboğazlık yapıp sor-
duğumda, “Bunları da dinleyin, hep uç-
kur peşkir havaları dinlemeyin!” der bizi
azarlardı. Lisede okuduğum yıllarda mü-
zik öğretmenimiz Tayfur Bey’in bize Batı
Klâsik müziği dinletmeye çalıştığı zaman
dedemi anlayabilmiş ve bu sefer lambalı
radyodan değil de transistörlü radyodan
müzik dinlediğimiz zamanları hatırlarım.
Yıllar öylece akıp gitti ben torun sahibi
olduğum bu günlerde hâlâ dedemi özlü-
yor, kendisini rahmetle anarken tüm öl-
müşlerle ışıklar içinde yatmasını
diliyorum.
Kurtuluş Savaşı
öykülerini dinleyerek
Ulu Önder Atatürk’ü
sevmeyi hep
ondan öğrendik.
Halkevlerini bize
O anlattı, laikliğin
önemini bize o
benimsetti.
9