DEDEM BÜYLÜCÜ
Bir Portre:
Dr. Mehmet Ali GÜLEL
Emekli Öğretim Üyesi
HÜSEYİN ÇAVUŞ [GÜLEL]
B
izim sülaleye, bilinen en eski lakap
olarak Molla Veliler deniyormuş.
Bu lakaptan dolayı Veli ismi süla-
lemizde çok kullanılan isimlerdendir. O
lakap ile anılan kişilerden birisi ya da
bizzat Molla Veli, Baklan ovasında kendi
adını verdiği bir kuyu kazdırmıştır. Mol-
la Veliler lakabından sonra ailemiz Ha-
cıosman Oğulları adını almışlardır. Hat-
ta bu lakabı GÜLEL soy isminin yerine
kullanmışlardır ve elimizde halalarımdan
birinin çocukluğunda ona verilmiş nüfus
cüzdanında soy ismi “Hacıosmanoğlu”
olarak yazmaktadır. Daha sonraları ise
köyümüzün uzun yıllar imamlığını yap-
mış olan kesimine Hacı Efendiler den-
miş. Dedem Hüseyin Gülel, bizzat köyün
yukarı camisine imamlık yapan bir süla-
le olduğumuzu söylerdi. Dedem Hüseyin
Çavuş seferberlik yıllarında babasının
yerine askere gittiği zaman, o Yemen’de
bando takımında yer almıştır.
Bando takımında trompet çaldığı için
kendisine Düdükçü lakabını vermişler.
Onun için dedeme Büylücü Hüseyin Ça-
vuş, Düdükçü Hüseyin Çavuş derlerdi.
Bu adlandırmayla birlikte ondan sonra
gelenlere de Düdükçüler lakabıyla ta-
nınmıştır. Değişik Türkçe sözlüklerde bir
araştırma yaptığımızda “büylü” sözcü-
ğün benzeri çalgılara verilen ad olarak
bir sözcük girdisine rastlamadık. An-
cak Türk Dil Kurumu’nun Halk Ağzından
Derleme Sözlüğünün ikinci cildinin 832.
sayfasında büylü sözcüğünün karşılığı
olarak “saban kulağı” ve “ekin sapı taşı-
maya yarayan, arabanın önündeki ağaç”
anlamlarına rastlıyoruz. Bu bağlamda
çalgıya verilen büylü sözcüğünün yöresel
bir sözcük olduğu konusunda bir kuşku
yok. Diğer yandan Dinar’a bağlı bir kö-
yün adı da “Büylücüler.” O köy halkının
ne iş yaptığından dolayı bu ad verildi
bilmiyoruz.
Hüseyin Çavuş Çal’ın Yukarıseyit kö-
yünde Rumî 1309 Miladî 1893 yılında
doğmuştur. Ailenin en büyük oğludur.
Aile hayvancılık ve çiftçilikle yaşamını
kazanırken 1910 yılında Osmanlı İm-
paratorluğu, etrafındaki ateş çemberi
karşısında seferberlik ilan eder. Bu du-
rumda baba Hacı İbrahim askere gönüllü
yazılır. On yedi yaşındaki genç Hüseyin
amcalarının baskısıyla babasının yerine
İstanbul’a askere gider. Selimiye Kışla-
sında temel eğitim ve ardından Sultan
Reşat’ın muhafız alayında askerlikle ta-
nışır.
Dedemle birlikte o zamanki adıyla
Seyyid-i Bâlâ’dan, yaklaşık yirmi yedi
kişi askere alınmış. Bu yirmi yedi kişi-
den, jandarma olan Şerli Osman Çavuş,
sıhhıye olarak çalışan Lahnacı Halil İb-
rahim ve bando takımında görev yapan
dedemden başka kimse geri dönmemiş.
Oradan Yemen’deki Osmanlı Ordusuna
katılır. Orada askerî bandoya alınır. Oku-
ması yazması da yoktur, yine de okuma
yazmaya müzik notalarıyla başlar. Onun
okuması yazması müzik notalarıdır artık.
Müzik eğitimi sürecinde dersini rüyala-
rında bile sürdürür, onun bu çabası onu
komutan hocalarının ve ustalarının tak-
dirini kazanarak büylü denilen trompet
ile tanışır. Orada askeri bandoda başça-
vuşluğa kadar yükselir. Askeri bandoda
yedi yıl Yemen’de bulunur. Aile Hüseyin
Çavuş’tan umudu keser, çünkü orası Ye-
men’dir gülü çimendir/ Giden gelmiyor
acep nedendir? Yemendeki askerlik sü-
recinde bir yandan İstanbul ile iletişim
kopukluğu, bir yandan yokluk ve açlık,
askerleri moral çöküntüsüne ve karam-
sarlığa iter, ama onlar yine de asker
olduklarının Türk askeri olduklarının bi-
lincindedirler. Bu yokluk ve açlık koşul-
larında atların dışkısından, karınlarını
doyurmak için, arpa taneleri topladıkları
olmuş.
Kendisinden haber alınamayan ve
şehit olduğu varsayımıyla kendisinden
umut kesilen Hüseyin Çavuş askerliği-
nin yedinci yılında İngiliz Casus Lawren-
ce komutasındaki İngiliz askerlerine ve
çapulcu Araplara esir düşer. Bu esaret
nedeniyle Mısır’daki İngiliz karargahına
diğer esir askerlerle birlikte götürülür.
4