Sünnet düğünlerinde fayton kullanılırken,
evliliklerde taksiler kullanılırdı. Sezai’nin
arabası beyaz olduğu için, düğünlerde ter-
cih edilirdi.
Düğün taksisi, damat evinin önüne ge-
lir; orada yapılan çalgılı eğlence bittikten
sonra, önde açık kamyon içinde çalgıcılar;
arkada ise, içinde damat oturan gelin ara-
bası, arkasındaki konvoyla çalgı eşliğinde
gelin evine kız almaya gidilirdi. Kız evinin
önünde yeniden çalgılar çalınır, oyunlar
oynanır ve gelin arabaya bindirilerek yine
çalgı eşliğinde bir konvoyla Denizli turu atı-
larak ve mutlaka Delikliçınar’da, -o zaman
havuz olmayan küçük bir yuvarlak bulunan
meydanda- bir tur atılır ve gelin, damat evi-
ne götürülürdü. Böylece, düğün bitmiş olur-
du. Delikliçınar’da tur atılırken, çalgı takımı
mutlaka İzmir Marşı’nı çalardı. Bazı pazar
günleri dört beş düğüne gidilirdi. Düğünler-
de gelin arabaya binerken, para ve şeker
atılırdı. Sezai, arabasının çizilmemesi için,
para ve şeker atılmasın diye önceden pa-
zarlık bile ederdi.
Denizli Şoförler Odası, üyeleri olan Se-
zai’nin 1998 yılında tüm taksici esnafına
karşı sarı renk ve T plakaya geçişte verdiği
mücadeleden dolayı arabasına, 20 T 0001
numaralı plâkayı takmasını oy birliği ile ka-
bul etti.
Şoför Sezai, 20 T 0001 plâkalı arabasıy-
la, mesleğe ilk başladığı günkü heyecanla
dolu bir şekilde işine devam etmekte olup,
Denizli halkında hizmetini sürdürmektedir.
Merhum arkadaşım Mehmet Korkutalp,
“Pas Verme Vahap, kendin Dal!” başlıklı
ikinci yazısında ise, 1960’lı yıllarda Deniz-
li’nin futbol karşılaşmaları etrafındaki hayli
ilgi çekici tespitlerini aktararak, şunları söy-
ler:
“Heyecanlı bir maçta top, Sarayköy
Gençlik’ten Vahap’ın ayağına geldiğinde,
kapalı tribündeki 15-20 kişilik grup, hep bir
ağızdan: “Pas verme Vahap, kendin dal!”
diye tezahürata başladı. Vahap hareket-
lendi. Önüne gelen birkaç Çelikyeşilsporlu
oyuncuyu çalımlayarak onsekize gelmeden
Deli Yalçın’ın koruduğu kaleye şutunu attı.
Top kalenin epey uzağından dışarı çıktı.
Tezahüratta bulunan grup Vahap’ı çılgınca
alkışlarken, takım arkadaşları Kasap Salih
ile Bayram Ali’nin sert bakışları ve pek ha-
yırlı olmayan mırıldanışları arasında Vahap
yerine dönüyordu.
Daha Denizlispor kurulmamıştı ve Pro-
fesyonel Türkiye Ligi emekleme devrindey-
di. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş
maçlarını radyo ve gazetelerden takip eden
futbol severler, seyir zevklerini de mahalli
amatör küme maçlarından alıyorlardı.
Maç saatine kadar birlikte gezen ve
arkadaşlık eden futbolcular ise, takımları
kadar arkadaşlar arasındaki rekabeti de
sahaya yansıtıyor, seyirciler de zaten ço-
ğunlukla arkadaşları olduğu için maç, hem
oyuncular ve hem de seyirciler için doyum-
suz bir tat alıyordu.
Denizli Amatör Ligi maçları, zemini top-
rak olan, boşlukları da kumla doldurulan ve
yazın tozlu kışın ise çamurlu bir sahada oy-
nanıyordu.
O devrin efsane futbolcuları olan İnanç,
Yörük İrfan, Kocaman Fahri, Çivrilli Tekin,
Kasap Salih, Bayram Ali gibi futbolcular
böyle bir sahada parlamışlardı. Bu oyun-
cuların maç sırasında, gerek saha içindeki
ve gerekse tribündeki seyirci arkadaşları
ile girdiği esprili ve argolu diyaloglar, sey-
redenleri gelecek hafta oynanacak maça
gelmeleri için en büyük etkendi.
Yalçın Göksel Bey de, o günlerle ilgili bir
anısını şöyle anlatır:
Kaleci Deli Yalçın birden kalesinden fır-
layıp, Merkez Gençlikspor taraftarlarının
olduğu yere doğru koşmaya başladı. Bunu
gören Merkez Gençlikspor taraftarları, iç-
lerinden birini stadı çevreleyen taş duvarın
üzerine çıkardı. Duvara çıkan kişi de saha-
nın dışına atladı. Hızını alamayan Yalçın,
kapalı tribün altındaki çıkış kapısından sa-
hanın dışına yöneldi. Sonra ne mi oldu? Deli
Yalçın’dan dinleyelim:
‘58-59 yıllarıydı. Çelikspor’un kalesini
koruyordum. Merkez Gençlikspor’la iddialı
bir maç yapıyorduk. Maçın başından beri
Merkez Gençliksporlu taraftarlar, her rakip
takım seyircisi gibi beni kızdırmaya çalışı-
yorlardı. Ama içlerinden biri vardı ki, beni
hakikaten deli etti. Bir an için maçı unutup
çocuğun üzerine doğru koşmaya başladım.
Stadın dışına atladığını görünce, ben de
stat dışına çıktım. Bir de baktım ki beni
kızdıran çocuk, ayağını tutarak yerde kıv-
ranıyordu. Tüm kızgınlığım bir anda geçti.
Gülerek yanına gidip:
- Ne oldu ülen? dedim. Acıyla ayağını
gösterdi. Kırıldı zannettim. Hemen faytona
atlayıp hastaneye götürdüm.
Yıllar geçti, Pamukkale’de bir otelde,
uduyla çalıp söyleyen bir sanatçının Niha-
vent şarkılarına dayanamayıp, eşimle dan-
sa kalktım. Sanatçı, bir süre sonra udunu
çalmayı bırakarak:
- Yalçın Ağabey, dedi. Hani, yıllar önce
maçı bırakıp, bir genci kovalamış, sonra da
hastaneye götürmüştün ya… İşte o genç
adam benim!..
O adam Denizlili sanatçı ûdî Hasan Yü-
reğil idi.’
58’li, 60’lı yıllarda Denizli’de futbolcu-se-
yirci ilişkisi böyle idi. Seyircilerin spor an-
layışları ve sonuca bakışlarını Avukat Vural
Cengiz’in anlattığı şu anekdot da çok iyi
ortaya koymatadır:
‘Buldan’ın iki takımı Buldan Gençlik ile
Buldan Mekikspor’un maçı bitmiş ve seyirci
dağılmaktadır. Buldanspor maçı, 7-2 gibi
ezici bir sayı ile kazanmıştır. Bunu, Buldan
Mekiksporlu bir seyirci yanındaki arkadaş-
larına şöyle aktarır:
- 7 dene yidik emme (7 tane yedik
amma), 2 dene de salleyiverdik.
Takımının yediği 7 gole hoşgörü ile yak-
laşıp, attığı 2 gole sevinen bir anlayış; bu-
gün ne yazık ki, bir yenilgi sonunda kulüp
basan, oyuncu döven bir saldırganlığa dö-
nüşmüştür.
Bunlar, eskidendi çok eskiden… Sahi çok
mu eskiden?..”
Koyu bir Fenerbahçeli olarak zaman za-
man maçlara gitmeyi, okul arkadaşları ve
yakın dostlarıyla bir araya gelip sohbet
etmeyi, hatıraları tazelemeyi çok seven
merhum arkadaşım Mehmet Korkutalp’a
Allah’tan rahmet, kederli ailesine başsağlığı
ve sabırlar diliyorum.
3