Previous Page  5 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 5 / 44 Next Page
Page Background

Sünnet düğünlerinde fayton kullanılırken,

evliliklerde taksiler kullanılırdı. Sezai’nin

arabası beyaz olduğu için, düğünlerde ter-

cih edilirdi.

Düğün taksisi, damat evinin önüne ge-

lir; orada yapılan çalgılı eğlence bittikten

sonra, önde açık kamyon içinde çalgıcılar;

arkada ise, içinde damat oturan gelin ara-

bası, arkasındaki konvoyla çalgı eşliğinde

gelin evine kız almaya gidilirdi. Kız evinin

önünde yeniden çalgılar çalınır, oyunlar

oynanır ve gelin arabaya bindirilerek yine

çalgı eşliğinde bir konvoyla Denizli turu atı-

larak ve mutlaka Delikliçınar’da, -o zaman

havuz olmayan küçük bir yuvarlak bulunan

meydanda- bir tur atılır ve gelin, damat evi-

ne götürülürdü. Böylece, düğün bitmiş olur-

du. Delikliçınar’da tur atılırken, çalgı takımı

mutlaka İzmir Marşı’nı çalardı. Bazı pazar

günleri dört beş düğüne gidilirdi. Düğünler-

de gelin arabaya binerken, para ve şeker

atılırdı. Sezai, arabasının çizilmemesi için,

para ve şeker atılmasın diye önceden pa-

zarlık bile ederdi.

Denizli Şoförler Odası, üyeleri olan Se-

zai’nin 1998 yılında tüm taksici esnafına

karşı sarı renk ve T plakaya geçişte verdiği

mücadeleden dolayı arabasına, 20 T 0001

numaralı plâkayı takmasını oy birliği ile ka-

bul etti.

Şoför Sezai, 20 T 0001 plâkalı arabasıy-

la, mesleğe ilk başladığı günkü heyecanla

dolu bir şekilde işine devam etmekte olup,

Denizli halkında hizmetini sürdürmektedir.

Merhum arkadaşım Mehmet Korkutalp,

“Pas Verme Vahap, kendin Dal!” başlıklı

ikinci yazısında ise, 1960’lı yıllarda Deniz-

li’nin futbol karşılaşmaları etrafındaki hayli

ilgi çekici tespitlerini aktararak, şunları söy-

ler:

“Heyecanlı bir maçta top, Sarayköy

Gençlik’ten Vahap’ın ayağına geldiğinde,

kapalı tribündeki 15-20 kişilik grup, hep bir

ağızdan: “Pas verme Vahap, kendin dal!”

diye tezahürata başladı. Vahap hareket-

lendi. Önüne gelen birkaç Çelikyeşilsporlu

oyuncuyu çalımlayarak onsekize gelmeden

Deli Yalçın’ın koruduğu kaleye şutunu attı.

Top kalenin epey uzağından dışarı çıktı.

Tezahüratta bulunan grup Vahap’ı çılgınca

alkışlarken, takım arkadaşları Kasap Salih

ile Bayram Ali’nin sert bakışları ve pek ha-

yırlı olmayan mırıldanışları arasında Vahap

yerine dönüyordu.

Daha Denizlispor kurulmamıştı ve Pro-

fesyonel Türkiye Ligi emekleme devrindey-

di. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş

maçlarını radyo ve gazetelerden takip eden

futbol severler, seyir zevklerini de mahalli

amatör küme maçlarından alıyorlardı.

Maç saatine kadar birlikte gezen ve

arkadaşlık eden futbolcular ise, takımları

kadar arkadaşlar arasındaki rekabeti de

sahaya yansıtıyor, seyirciler de zaten ço-

ğunlukla arkadaşları olduğu için maç, hem

oyuncular ve hem de seyirciler için doyum-

suz bir tat alıyordu.

Denizli Amatör Ligi maçları, zemini top-

rak olan, boşlukları da kumla doldurulan ve

yazın tozlu kışın ise çamurlu bir sahada oy-

nanıyordu.

O devrin efsane futbolcuları olan İnanç,

Yörük İrfan, Kocaman Fahri, Çivrilli Tekin,

Kasap Salih, Bayram Ali gibi futbolcular

böyle bir sahada parlamışlardı. Bu oyun-

cuların maç sırasında, gerek saha içindeki

ve gerekse tribündeki seyirci arkadaşları

ile girdiği esprili ve argolu diyaloglar, sey-

redenleri gelecek hafta oynanacak maça

gelmeleri için en büyük etkendi.

Yalçın Göksel Bey de, o günlerle ilgili bir

anısını şöyle anlatır:

Kaleci Deli Yalçın birden kalesinden fır-

layıp, Merkez Gençlikspor taraftarlarının

olduğu yere doğru koşmaya başladı. Bunu

gören Merkez Gençlikspor taraftarları, iç-

lerinden birini stadı çevreleyen taş duvarın

üzerine çıkardı. Duvara çıkan kişi de saha-

nın dışına atladı. Hızını alamayan Yalçın,

kapalı tribün altındaki çıkış kapısından sa-

hanın dışına yöneldi. Sonra ne mi oldu? Deli

Yalçın’dan dinleyelim:

‘58-59 yıllarıydı. Çelikspor’un kalesini

koruyordum. Merkez Gençlikspor’la iddialı

bir maç yapıyorduk. Maçın başından beri

Merkez Gençliksporlu taraftarlar, her rakip

takım seyircisi gibi beni kızdırmaya çalışı-

yorlardı. Ama içlerinden biri vardı ki, beni

hakikaten deli etti. Bir an için maçı unutup

çocuğun üzerine doğru koşmaya başladım.

Stadın dışına atladığını görünce, ben de

stat dışına çıktım. Bir de baktım ki beni

kızdıran çocuk, ayağını tutarak yerde kıv-

ranıyordu. Tüm kızgınlığım bir anda geçti.

Gülerek yanına gidip:

- Ne oldu ülen? dedim. Acıyla ayağını

gösterdi. Kırıldı zannettim. Hemen faytona

atlayıp hastaneye götürdüm.

Yıllar geçti, Pamukkale’de bir otelde,

uduyla çalıp söyleyen bir sanatçının Niha-

vent şarkılarına dayanamayıp, eşimle dan-

sa kalktım. Sanatçı, bir süre sonra udunu

çalmayı bırakarak:

- Yalçın Ağabey, dedi. Hani, yıllar önce

maçı bırakıp, bir genci kovalamış, sonra da

hastaneye götürmüştün ya… İşte o genç

adam benim!..

O adam Denizlili sanatçı ûdî Hasan Yü-

reğil idi.’

58’li, 60’lı yıllarda Denizli’de futbolcu-se-

yirci ilişkisi böyle idi. Seyircilerin spor an-

layışları ve sonuca bakışlarını Avukat Vural

Cengiz’in anlattığı şu anekdot da çok iyi

ortaya koymatadır:

‘Buldan’ın iki takımı Buldan Gençlik ile

Buldan Mekikspor’un maçı bitmiş ve seyirci

dağılmaktadır. Buldanspor maçı, 7-2 gibi

ezici bir sayı ile kazanmıştır. Bunu, Buldan

Mekiksporlu bir seyirci yanındaki arkadaş-

larına şöyle aktarır:

- 7 dene yidik emme (7 tane yedik

amma), 2 dene de salleyiverdik.

Takımının yediği 7 gole hoşgörü ile yak-

laşıp, attığı 2 gole sevinen bir anlayış; bu-

gün ne yazık ki, bir yenilgi sonunda kulüp

basan, oyuncu döven bir saldırganlığa dö-

nüşmüştür.

Bunlar, eskidendi çok eskiden… Sahi çok

mu eskiden?..”

Koyu bir Fenerbahçeli olarak zaman za-

man maçlara gitmeyi, okul arkadaşları ve

yakın dostlarıyla bir araya gelip sohbet

etmeyi, hatıraları tazelemeyi çok seven

merhum arkadaşım Mehmet Korkutalp’a

Allah’tan rahmet, kederli ailesine başsağlığı

ve sabırlar diliyorum.

3