Türkler düzenli, yerleşik yaşadıkları sü-
rece medeniyette de önde gitmişlerdi.
Uygurlar matbaanın ilk mucidi idiler. Ka-
rahanlılar odundan kâğıt yapmasını bili-
yorlardı. İpek işlemeciliği ve dokumacılıkta
Türkler çok ileriydi. Çalışanların, kadının
sosyal hakkı o devirlerde hiçbir ülkede yok-
ken, Türk Anadolu’ da vardı. İlk grevi, Anka-
ralı, Kastamonulu Türk dokumacı kadınları
yapmıştı. Çok eski devirlerden beri Türkler,
kendilerine özgü mimari tarzına sahiptiler.
Türk’ün akıncı ruhu, Anadolu’yu baştanba-
şa fethederken, yapıcı ruhu da Anadolu’nun
fethedilen her yerini kervansaraylar, hanlar,
hamamlar, camiiler, medreseler, şifahane-
lerle donatıyordu. (…)
Yunus Emre, Anadolu’da taze kan idi. Türk
Halk Edebiyatı geleneğine çok değerli şiir-
leriyle önemli katkıda bulunuyordu. Dili işli-
yor, canlı kalmasını sağlıyordu. Yunus Emre
Türk halkının yıllar yılı özlediğini getirmişti.
Kendi dilinin güzelliğini, verimliliğini, her
kavrama Türkçe’ de karşılık bulunduğunu
görmüştü halk. Başlangıcından bugüne,
halk içinde bir sözlü edebiyat vardı. Ma-
sallar, efsaneler, destanlar, hikâyeler vardı.
Düğünde, dernekte Türkçe söyleniyordu.
Hattâ, devletin resmi dilinin Farsça olma-
sına karşılık; sultanlar, ordusunun başına
geçince Türkçe konuşmak durumunda kalı-
yorlardı. Asker, halktan derlenmiş oluyordu
çünkü ve Türk ordusunda Türkçe geçerli
oluyordu. Alpaslan’ın ordusuna hitabı Türk-
çe olmuştu, ondan sonra gelen Selçuklu
sultanları, Anadolu’da kaleler fethine gider-
lerken, Haçlı Savaşları’nda ordularına “mo-
ral” vermek için Türkçe hitap ediyorlardı.
Yunus aşk oduyla yanmıştı. Yunus’un
aşkı gönüllerde, şiirleri ellerde ve diller-
deydi. Düz şiir olarak dillerde, ‘İlâhi’ olarak
dillerdeydi. Her yerde Yunus konuşuluyor,
her yerde Yunus konuşuyordu. Yunus, gö-
nüllerde korku yerine sevgi ve saygı yer-
leştirmek istiyordu.”
Sahip olduğu bu görüşler çerçevesinde
hep sevmeyi, sevilmeyi isteyen merhum
Tahir Kutsi Bey’le, bir toplantı sonrası Kül-
tür Bakanlığı’nda ayaküstü sohbet ediyor-
duk. O arada:
Gene sevdim ve gene âşık oldum be
Önder Bey hemşehrim; gönül bu, bir türlü
doymak nedir bilmiyor… dedi.
Benim, hayretle:
-Yaa!... Nasıl oldu bu iş? demem üzerine:
- Dur sana, bununla ilgili olarak, çocuk-
larıma hitaben yazdığım şu şiiri okuyayım;
çünkü, işin bütün hikâyesi burada…
diyerek, baştan sona şu mısraları okudu
BABANIZ YİNE ĀŞIK, ÇOCUKLAR!
Babanız yine āşık çocuklar!,
Yüzünün gülüşü ondan,
Erken gelişi ondan.
Ve bu sefer iş berbat!
Babanız yine āşık çocuklar!
Aşksızlığı kaldırın mezara,
Şiirin bini bir para gayrı,
Türkünün bini bir para,
Cıvıl cıvıl kuş sesleri balkonda,
Evde cıvıl cıvıl çocuk kahkahaları,
Derim ki, bu sevgide etmeli sebat.
Babanız yine āşık çocuklar!
Babanız yine āşık çocuklar!
Mahzūn duruş çoğaldı,
Kalbde vuruş çoğaldı;
Son resmi de yırtıver, at;
Babanız yine āşık çocuklar!
Gazetecilik yılları
6