Previous Page  13 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 13 / 44 Next Page
Page Background

ATİLLA SAYINER

Doğum yerim olan Buldan’da kendimi

bildiğimde hatırlarım, babamın eski püskü

eczanesinin önünde 4 tane bayrak salla-

nıyordu. Bir tanesi Türk bayrağı, diğerleri

hayır derneklerinin bayraklarıydı; Çocuk

Esirgeme Kurumu Bayrağı, Kızılay Bayrağı

ve Verem Savaş Derneği Bayrağı... Bunların

neden burada olduklarını sorduğumda ba-

bam hepsinin yönetiminde olduğunu anlat-

mıştı. Kira vermemeleri için, babamın ec-

zanesi bu derneklerin merkeziydi. Bu kadar

hayır işlerinin içindeydi bizim aile.

Ben tek çocuktum, ablam varmış, ölmüş.

Annem de ben üç yaşındayken vefat etmiş.

Babam tekrar evlenmiş. Çok iyi bir üvey an-

nem vardı. 97 yaşında vefat etti ve vefatı-

na kadar çocuklarımla beraber ona çok iyi

baktık. Çünkü o da babama çok iyi baktı.,

bana da üvey analık yapmadı.

Amcam Doktor Abdullah Sayıner de Bul-

danlılara önderlik etmiş, hastane yaptır-

mış. Aslında cebinde parası olan zengin bir

adam değil ama Buldan’da çok tüberküloz

yani verem hastası bulunuyor. Zamanında

iplikle haşılla uğraşıyorlar, boyadaki kim-

yasal maddeler nedeniyle illa ki burada

verem hastanesi yapılsın iddiasında bu-

lunmuş. Devlet de katkıda bulunmamış o

zaman. Ben bunu halkla hatta köylülerle

beraber yaparım demiş, 22 sene mücadele

ederek şimdiki eseri meydana getirmişler.

İsmi de Abdullah Sayıner Göğüs Hastalık-

ları Hastanesi konmuş. 1956 yılında za-

manın başbakanı Adnan Menderes gelip

hastanenin açılışını yapmış. Buldanlıların

hemen hemen hepsinin alın teri, tırnak izi,

emeği vardır. Orası Buldanlıların gözünde

bir hastane değil, bir abidedir, imecenin bir

eseridir. Ama son zamanlarda devlet sahip

çıkmıştır. Gecen sene belediye bir kadirşi-

naslık örneği gösterdi, ailemizi davet etti,

tüm Sayıner'leri topladı. Çünkü bizim ai-

lenin bir kısmı eczacı, bir kısmı doktordur.

Şehrin bir parkına Abdullah Sayıner’ in hey-

kelini diktiler.

Yetiştirme Yurdunun Kuruluşu

Üniversite tahsili için İstanbul’a gittiğim-

de dernekçilik, sosyal faaliyetler ateşi içim-

de vardı benim.... Hemen Talebe Cemiye-

ti’nin Yönetim Kurulu’na girdim. Aslında ilk

sene almazlar öğrencileri ama beni aldılar,

bendeki ışığı görmüşler. 1951 senesinden

itibaren Talebe Cemiyeti’nin Yönetim Kuru-

lu’nda 4 sene çalıştım. Çok şey öğrendim

bu sırada; ama üç kişinin benim hayatım

için çok değerli olduğunu anladım: Bir ta-

nesi ilkokul hocam Zeki Ülkü. Bize o kadar

büyük ilim, irfan, görgü, ders, öğretti ki hiç-

bir sıkıntım olmadı tahsil hayatım boyunca.

İkinci kişi bana pek çok şeyi öğreten hayat

bilgisi veren, eczacılığı veren Rum asıllı Me-

naleuse Zamboug. Üçüncü kişi de babam-

dır. Bana çok şey öğrettiği gibi bütün ka-

pıları da açan büyük bir soyad verdi bana.

Babam fakir bir eczacıydı, bir sürü zorluk-

larla tahsil yaptım ama o Sayıner soyadı

bana hayat boyunca itibar kazandırmıştır.

Hâla daha iftihar ediyorum, bu üç kişinin

ayağını iftihar ederek öperim.

Talebelikten sonra Denizli’ye geldim.

Merkezde altı tane eczane vardı, hepsi iyi

eczaneler. Bayramyeri’nde yedinci eczaneyi

ben açtım şimdi Bayramyeri Eczanesi adını

taşıyor. Bunlar arasında barınmak kolay bir

şey değildi. Ama ben Sayıner soyadı taşı-

yordum. Eczacılık camiası -depolar, ima-

latçılar- bizim soyadımızı babamdan dolayı

biliyordu. Babam düzgün çalışan bir adam-

dı. Ama Denizli tanımıyordu. Denizli’de ec-

zaneyi açtığımda parasızlık içindeydim.

Ama harıl harıl para kazanmaya başla-

dık. O güne kadar maddi açıdan sıkıntılar

içinde büyüyen bir çocuktum. Ama birkaç

sene böyle verimli güzel çalışıp, üç beş

kuruş da kazandıktan sonra Denizli’de de-

vamlı vergi listesinde ilk 10’a girmeye baş-

ladım. O günün, nur içinde yatsın, defterda-

rı Emin Sibel, bana haber gönderdi “Gelsin

konuşalım” diye. Benim gibi üst kademede

vergi ödeyenleri de davet etmiş, sonradan

öğrendim. Emin Sibel’in makamında top-

landığımızda hepimiz endişeliydik. “Neden

çağırdığımı biliyor musunuz?” dedi. Ben

hemen öncülük yaptım oradakilere “Def-

terdar Bey, biz çok iyi vergi veriyoruz yani

neden buraya çağırıldığımızı anlayamadım”

dedim. “Hayır hayır” dedi. “Vergi verdiğinizi

ben biliyorum ama vergi vermek kâfi de-

ğil” dedi. “Bu memlekette Denizli’de sosyal

faaliyet olarak yapılması gereken çok şey

var. Ben sizlerin bu işlere girmenizi istiyo-

rum.” dedi. Tabi rahatladık ama bir taraf-

tan da tereddüt ettik neler yapacağımız

konusunda. Ben daha önce cemiyetçilikten,

dernekçilikten geldiğim için biraz daha

rahattım. Ama arkadaşlarımın tereddütle

baktığını hissediyordum. Mesela “Kimsesiz

çocuklar yurdunu gidip gördünüz mü?” Hiç-

birimiz görmemişiz. “Fırka bahçesinin arka-

sındaki bir okulun zemin katında çocuklar

dizlerine kadar lastik çizmelerle yaşıyorlar

suyun içinde, gidin görün mutlaka. Yetim

ve Acizleri Koruma Derneği var, ama o da

yeterli olamıyor. İşte bu derneği canlandı-

rın. Onları o suyun içinden kurtarın.” dedi.

Yetim ve Acizleri Koruma Derneği 1960’da

kurulmuş. Onların kurucuları içinde zama-

nında Denizli’nin önemli isimlerinden İsmail

Tütüncüoğlu, Rıfat Uysal gibi kişiler var ve

bizi çağırdığı sene de aşağı yukarı 63, 65

yılları. Hakikaten gittik ki durum yürekler

acısı; yaklaşık 100 tane kimsesiz çocuk

çizmelerle yatıp kalkıyorlar. Zamanın valisi

Durakoğlu el attı bu işe, bizler de dernek

olarak destek çıktık. Son hali Pamukkale

yolundaki hali ama ondan bir evvel Pelitli-

bağ’daydı. O büyük tesislerin yapılmasında

bizim derneğimizin çok büyük katkıları oldu.

Görev yapan Denizli valilerinin içinde ben-

ce en fazla başarılı olan Münir Güney’dir.

Oradaki 300’den fazla çocuğun teker teker

isimlerini bilirdi Münir Güney. Derneğimizin

ve devletin katkılarıyla o müthiş eser mey-

dana getirildi ve Türkiye’de olmayan atöl-

yeler kuruldu. Marangoz atölyesi, ayakkabı

atölyesi daha bunun gibi zanaatkâr yetiş-

tiren tesisler kuruldu yurdun içinde. Çünkü

18 yaşından sonra çocuklar o yurttan çı-

karılıyorlardı yaşı icabı. Ama böyle zanaat

öğrendikleri için piyasada kapışılır hale

geldiler. Zamanın cumhurbaşkanı gelip

yurdu ziyaret ettiğinde bütün Türkiye’deki

yetiştirme yurtlarının müdürlerinin gelip bu

düzeni görmeleri ve uygulamaları talimatı-

nı verdi. Türkiye’ye yayıldı bu sistem. Yani

zanaat öğretme fikrinde derneğin öncü-

lüğü oldu. Biz onlara devletin veremediği,

prosedürün uygun olmadığı şeyleri temin

ediyorduk dernek olarak. Ama bununla be-

raber o güne kadar Denizli’de dernekçilik

maalesef etkin değildi, çok güvenli değil-

di. Yani daha çok cami yaptırma derneği,

çeşme yaptırma derneği, okul aile birliği

derneği şeklindeydi çalışmalar. Yetim ve

Acizler Derneği o kadar büyük başarı gös-

terdi ki ondan sonra; huzur evinin yapımı,

festivallerin organizasyonu, Denizli’ye çok

kıymetli Kenterler, Genco Erkal gibi tiyatro-

ların getirilmesi gibi çalışmalar yapmıştır.

Yetim ve Acizler Derneği Türkiye’de meşhur

11