Previous Page  7 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 7 / 44 Next Page
Page Background

9 Şubat 1937’de Denizli’nin Acıpayam

ilçesinin Oğuz köyünde dünyaya gelen ve

15 Haziran 1999’da İstanbul’da, 62 ya-

şında aramızdan ayrılan gazeteci, şair ve

yazar dostum Tahir Kutsi Makal, kendine

has özellikleri olan hayli renkli diyebile-

ceğimiz bir kişilik yapısına sahipti.

Bizim, edebî eserlerde “teklifsiz üslûp”

adını verdiğimiz “senli-benli” konuşma

tarzı çerçevesinde sözleriyle bütünleşen

sıcakkanlı, sevecen tavırları ile hemen

herkesle kolayca diyalog kurmayı iyi

bilirdi. Son derece aktif, dinamik, hani

neredeyse yerinde duramayan can-

lı yapısına karşılık, son derece hassas,

duygulu ve hatta -pek belli etmemesine

rağmen-yerine göre alıngan bir yapısı ve

eserlerine de yansıyan hayli zengin bir iç

dünyası vardı.

Lise öğrenimini tamamladıktan sonra

İstanbul’da gazetecilik öğrenimi gören

Tahir Kutsi Bey’in; daha sonra Tan, Dün-

ya, Vatan, Ekspres, Tasvir, Son Havadis,

Ortadoğu, Güneş, Sabah gibi gazeteler-

de çalıştığını biliyorum. Başta, kendisinin

çıkardığı “Tarla” olmak üzere, çeşitli der-

gilerde de yazıları çıkmıştı.

1962’de Yılın Gazetecisi Ödülü’nün sa-

hibi olmuş ve ayrıca şiir, hikâye, roman,

araştırma dallarında kitaplar kaleme

almıştı. “Kamyon” adlı eseriyle Peyami

Safa Roman Ödülü’nü kazanmış ve daha

sonra bu romanının filmi de çekilmişti.

Hayli yankı uyandıran bu eseri dolayısıy-

la biz edebiyatçı meslektaşları arasında

adı her anıldığında, “bizim kamyoncu (!)

Tahir Kutsi Bey” denilmesi, neredeyse

alışkanlık hâlini almıştı. Kendisinin de

bunu her işittiğinde büyük mutluluk ve

gurur duyduğunu iyi hatırlıyorum.

“Karadon” adını taşıyan hikâye kita-

bıyla da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın

Öykü Ödülü’nü kazanan merhum Tahir

Kutsi Makal’a, Malatya İnönü Üniversite-

si tarafından da “Fahri Doktora” unvanı

verilmiş idi. Ne zaman karşılaşsak, bana

takılmaktan kendini alamayan Tahir Kut-

si Bey, bu Fahri Doktora sonrası Anka-

ra’da bir araya geldiğimizde:

Önder Bey, ben de hoca sınıfına gir-

dim sayılır, değil mi? diye duyduğu büyük

memnuniyeti dile getirmişti.

1957 yılından itibaren yayımlanmaya

başlayan eserleri, kronolojik çerçevede

sırasıyla şunlardır:

1. Fakir İşi (Şiirler - 1957)

2. İçgöç (Röportajlar – 1964)

3. Acı Yol (Röportajlar - 1964)

4. Köylü Gözüyle Avrupa (Gezi -

1965)

5. Anadolu'da Türk Mührü (1971)

6. Meydan Dayağı (Roman - 1977)

7. Delitay (Öyküler - 1982)

8. Kamyon (Roman - 1979)

9. Al Kırbayı Eline (Günlük Gazete

Fıkraları - 1978)

10. Benim Benim O Benim (Aktüel

İnceleme - 1987)

11. Karadon (Öyküler - 1987)

12. Babanız Yine Aşık Çocuklar (Şiir-

ler - 1987)

13. Öpkü (Şiirler - 1997)

Edebiyat çalışmalarında Halk Edebi-

yatı’nın ayrı, özel ve önemli bir yeri olan

Tahir Kutsi Makal’ın kitap halinde çık-

mış bulunan “Aşık Veysel”, “Zaralı Aşık

Adem”, “Karacaoğlan”, “Dadaloğlu”, “Türk

Halk Şiiri (Antoloji)”, “Aşıklar Şöleni (Çağ-

daş Ozanlar Antolojisi)”, “Sahte Ozanlar”,

“Köroğlu”, “Aşık Hasan Dede”, “Halkbilim

ve Edebiyat”, “Geçmişten Geleceğe” adını

taşıyan ve edebiyat tarihimiz açısından

önemli sayılan derlemeleri ile ilgi çekici

tespitleri de vardır.

Nitekim bir örnek olmak üzere, 1997’de

İstanbul’da yayımlanan “Anadolu’da Türk

Mührü” adlı eserinde, “Türkçenin Zengin-

liği” ve “Anadolu Birliği” konuları ile “Yunus

Emre’yi Yaşatan Toprak” başlığı etrafında

şu ilgi uyandırıcı ve dikkat çekici görüşlere

yer verdiği görülmektedir:

“Türk dili zengin dildi. İnsanların birbi-

riyle anlaşmasını sağlayacak ölçüde ol-

duğu gibi edebiyat dili olarak da zengindi.

Ozanlar, yazarlar, duygu ve düşüncelerini

Türkçe ile çok güzel anlatabiliyorlardı.

Halkın ortak yapımı halk hikâyeleri Türkçe

ile renkleniyordu. Türkçe yüksek anlatma

yeteneğine sahip bir dildi. Üstelik bu du-

rum ispatlanmıştı da. Ve bu ispatlama

yıllar önce yapılmıştı. Kaşgarlı Mahmut,

ikiyüz yıl önce Türkçe’nin öteki dillerden

aşağı kalır yönü olmadığını “Divan ü Lü-

gat-it Türk” isimli eserinde savunmuştu,

görüşünü kabul ettirmişti. (…)

Anadolu bütün cepheleriyle Türk olma-

lıydı. Türklüğün güçlü olarak uzun yıllar

yaşayabilmesi için TARİH BİRLİĞİ, KADER

BİRLİĞİ, DİN BİRLİĞİ, BAYRAK BİRLİĞİ

içinde bulunması gerekiyordu. Bunlardan

da önce DİL BİRLİĞİ önemliydi ve Türk

yurdunun her yerinde Türkçe konuşulma-

lıydı. Başkentte, sarayda aydınlar; öteki

kentlerde, okumuş olanlar ve halk, kendi

dilini söylemeliydi. Ozanlar (Edebiyat dili-

dir) diye Farsça’yı, hocalar (Din dilidir) di-

yerek Arapça’yı kullanmaktan vazgeçmeli,

Karamanoğlu Mehmet Bey’in deyimiyle (

DİVANDA, DERGÂHTA, BARGÂHTA TÜRK-

ÇE KONUŞULMALIYDI. DİL BİRLİĞİ OL-

MALIYDI. BİRLİK İÇİNDE OLAN MİLLET

ÇÖKMEZDİ, YIKILMAZDI, DAĞILMAZDI…

5