Background Image
Previous Page  11 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 11 / 44 Next Page
Page Background

9

gevşerdi. Onun için güneş ya da buhar tercih edilirdi.

Şimdilerde Buldan'da ipek üretilmemekle beraber

Bursa'dan getirilen ipeklerden ipekli ürünler üretilmeye

devam edilmektedir.

Buldan'da insanların tekstil ve el sanatlarından başka

yapabilecekleri çok fazla şey yoktur. Bu yüzden

Buldanlılar ülkemizdeki ve dünyadaki krizlerden çok

fazla etkilenmektedirler. “Karadeniz'de gemi batsa

Buldanlının zararı olur.” sözü Buldan'da meşhurdur.

Buldanlılara göre Denizli'nin ve Buldan'ın en büyük

avantajlarından biri hizmet yapan ve yapabilecek

bürokratlarla çok iyi ilişkiler içerisinde olmalarıdır.

Mesela İsmet İnönü'nün babası memurdur. İlkokulu

Buldan'da bir medresede okumuştur. Kaldıkları ev,

Çözgücü Halil Efendi'nin evidir. İnönü'nün Cumhur-

başkanlığı döneminde kendisine fahrî hemşehrilik

unvanı verilmiş, gerektiği zamanlarda kendisinden

destekler alınmıştır.

Yahya Kemal Beyatlı'nın kardeşi de Buldan'da

kaymakamlık yapmıştır. O günün şartlarında çok zor

olmasına rağmen Yayla Gölüne yol yaptırdığı ve

başkaca zorlu hizmetler de yaptırdığı için, halk onun bu

yönünü ifade etmek-övmek maksadıyla ona “Deli

Kaymakam !” lâkabını takmıştır.

Sadece kaymakam değil, Buldan'ın yerel idarecileri de

oldukça başarılı olmuşlar, kendi menfaatlerinden çok

Buldan'ın menfaatlerini gözetmişlerdir. Buna bir örnek

olarak “Efsane Başkan” namıyla tanınan Talat

Tarakçıoğlu'nu gösterebiliriz. Talat Bey bir gün, ilçeye

yeni tayin olan askerlik şubesi başkanı yüzbaşıyı ilçeyi

tanıtmak için gezdirirken, yüzbaşı parkta gördüğü bir

gülü koparmış. Bunu gören Talat Bey, hemen zabıtayı

çağırıp şube başkanına ceza yazdırmış ve parasını da

peşin kendisi vermiştir. Yine başka bir gün Talat Başkan

Buldan'ı gezerken, kendi evinden çamaşır yıkanan suyun

sokaklara akıtıldığını görmüş ve yine zabıtasını

çağırarak kendi evine ceza yazdırmıştır.

Buldan'da Sosyal Hayat

Buldan ilçesinde çeyizlikleri kızların kendileri yapardı.

Kız, hem okula gider hem de 5 numara lambayla iş

işlerdi. Lamba 7 numara olursa çok ışık verir fakat gazı

da çok yakardı. Bu yüzden, masraf az olsun diye 7

numara lamba yerine 5 numara lamba tercih edilirdi.

Evde kızın çeyizi için masırlar sarılır ve dokuma

dokunurdu.

1940-1945'li yıllarda Buldan'da kız görmeye

gidildiğinde oğlan tarafına: “Oğlanın kaç tezgâhı var?”

diye sorulur; “Bir tezgâhı var” deseler bile kız verilirdi.

Çünkü Dokuma Kooperatifine üye olan kişi tezgâh

başına 16 TL'ye bir top iplik alır bunu 160 TL'ye satar, 2

top iplik alırsa 320 TL'ye satardı. Yani o devirlerde

tezgâhı olan üretim yapmadan da para kazana-

biliyordu. Dolayısıyla Buldanlılar tezgâhı olmayana kız

vermiyorlardı.

Buldan'da düğünler perşembe akşamı başlardı. “Bez

gecesi” gelinle damadın çamaşırları-giyecekleri

karşılıklı olarak oğlan evine ve kız evine gönderilirdi.

Düğünler evlerde yapılır, düğüne gelmesi istenenler

davet edilirdi.

Bir de her düğünün davetsiz misafirleri vardı. Onlar

kendiliklerinden gelirler ve: “Biz unutulmuşuzdur. Bizler

davet edilmeyecek insanlar mıyız? diyerek güya

kendilerini davetli gibi gösterirlerdi.

Tüm çalgılar vardı. Pazar günü gelin çıkardı. Gelin

önceleri atla çıkarılırken sonraları ciple çıkarılmaya

başlanmıştı. Gelin eve geldiğinde arkadaşları damadı

yumruklayarak içeri katarlardı. Bu yumruklama işi

akşam namazından sonra da tekrarlanırdı.

Eskiden geceleri misafirliğe gidilirken, çıra yakılır onun

ışığında gidilir, gidilecek yere ulaşılınca da çıra

söndürülürdü. Dönüşte aynı çıra tekrar yakılır yine onun

ışığında eve geri gelinirdi. Eve girildiğinde çıra, tekrar

kullanılacağı zaman çabuk yansın diye, yanık

tarafından küle gömülürdü. Bunu da genel de dar

gelirliler yapardı. Bazıları da çırayı küle gömmez ocak

ateşine atar yakardı. Bunu yaparken de biraz övünmek,

biraz varlıklı olduğunu göstermek; çırayı birden fazla

kullananların da biraz cimri olduklarını anlatmak için:

“Biz çıranın g.tünü küle gömmeyiz!” diyerek hava

atarlardı.

Eski Buldan evlerinin kapılarında iki tokmak yer alırdı.

Bunlardan tok… tok… tok… diye kalın ses çıkaranlar

erkekler, tık… tık… tık…diye ince ses çıkaran tokmaklar

kadınlar içindi. Eve gelenin kadın mı erkek mi olduğu

çaldığı kapı tokmağının sesinden anlaşılır, ona göre

geleni karşılamaya çıkılırdı. Bir yere varınca eğer evde

kapı tokmağı yoksa yüksek sesle seslenilir, kapı açık olsa

bile, ev sahibi buyurun deyinceye kadar içeri girilmezdi.

Bir İstiklal Harbi Hatırası

İstiklal Harbi'nde Buldan'dan askere giden bir delikanlı

geride 2 çocuk ve bir eş bırakmıştır. Delikanlı yıllar

boyunca cephe cephe gezer. Bir seferinde birliğinin yolu

Sarayköy'den geçer. Yıllar boyunca evinden uzak

kalmanın hasretliğiyle birliğinden firar eder ve Buldan'a

gelir. Kaçak olduğu için, gece karanlığında evinin

kapısını çalar. Karısı kim o dediğinde kendini tanıtır.

Çocuklarını ve karısını çok özlediğini onları görüp

yeniden birliğine katılacağını söyler.

Karısının verdiği cevap şöyle olur:

-Kapıyı açmıyorum. Ben kendime kocası askerden

kaçan adamın karısı dedirtmem. Ben askerden kaçan

erime çocuklarımın yüzünü de göstermem kendi yüzümü

de! Çabuk git birliğine teslim ol! der. Kapıyı açmaz.

Kendi evine de olsa zorla giremeyeceğini anlayan asker

birliğine katılmak için, ağlaya ağlaya gece karanlığına

karışarak geldiği yere geri döner.