Background Image
Previous Page  8 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 8 / 44 Next Page
Page Background

En büyük temennim; okulumun müze

olarak daha yıllarca Buldanlıların hizmetin-

de kalmasıdır.

1939'un Eylül ayında okula başladım.

Kırkbeş - elli kişilik bir sınıfımız vardı.

1940'ın Ocak Ayı'nda bütün sınıfımız oku-

mayı yazmayı öğrenmişti bile... Pazartesi

sabahları;

"Türk'üm, doğruyum, çalışkanım,

Ülküm yükselmek ileri gitmektir,

Vazifem; küçüklerimi sevmek, büyükleri-

mi saymak,

Yurdumu, budunumu özümden çok sev-

mektir

Varlığım Türk varlığına armağan olsun."

der ve sıralarımıza otururduk.

Cumartesi günleri öğleyin ise; İstiklal

Marşımızı bütün okulla birlikte okur ve ev-

lerimize dağılırdık. Sınıfımızın ortasında

kocaman bir kum havuzu vardı. Zeki Ülkü

Bey; büyük bir sanatkâr olduğundan o kum

havuzuna büyük bir "Türkiye Haritası"" iş-

lemiş, şehirlerimiz, nehirlerimiz, dağlarımız,

ovalarımız kabartma olarak yapılmış, biz-

ler daha yedi/sekiz/dokuz yaşlarında Tür-

kiye coğrafyasını iyice öğrenmiştik. Zeki

Bey'in babası, Düyûn-ı Umumiye Memur-

luğu yaptığından, evde eşi ve çocuklarına

Osmanlı borçlarının nasıl ödendiğini, Türk

köylüsünün yetiştirdiği bütün ürünlerin el-

lerinden alındığını, deniz ve tren yollarının

yabancılar tarafından nasıl işletilip elde

edilen kârın yurtdışına çıkarıldığını ve tüm

bunlara “KAPİTÜLASYON" denmiş olduğu-

nu anlatmış olsa gerek ki; Zeki Bey'in daha

çocuk yaşta kapitülasyonlara diş bilemeye

başladığını çok sonraları anlamaya başla-

mıştım. Daha ikinci sınıfta iken, bütün sınıf

bu kelimenin anlamını bilirdik ve Atatürk'ün

kapitülasyonları nasıl kaldırdığını anne ve

babalarımıza anlatırdık. Yerli malın kıyme-

tini daha küçücükken öğrenmiştik.

1939'da biz daha birinci sınıftayken, öğ-

retmenimiz bir gün sınıfa neşeli bir şekilde

girdi ve; "-Çocuklar bugün benim bayram

günüm çünkü Türk mühendisleri Doğu Ana-

dolu'daki Raman Dağımızda petrol kuyusu

açmışlar ve bol miktarda petrol bulmuşlar."

diyerek sevincini bizlerle paylaşmaya ça-

lıştı. Büyük bir pedagog, iyi bir araştırmacı

ve ayrıca sanatkâr ruhlu bir insan olan öğ-

retmenimiz musiki ile de uğraşır, çok güzel

keman çalar, kendi yazdığı müsamerelerde

bize onlarca okul şarkısı ile konserler ver-

dirtirdi. Bir keresinde Saadettin Kaynak'ın

"Fırat" isimli şarkısını okumak için güzel

sesli Bedriye Yolaç adlı sınıf arkadaşımı-

za solistlik görevi vermişti (İki sene evvel,

gene sınıf arkadaşlarımızdan hukukçu Ma-

lik Danışman’la telefonda görüşüyordum.

Kendisi eşiyle İzmir’e seyahate gittiğinde

yolda hemşehrisi Buldan’lı bir gence rast-

lıyor. Malik, çocukluk anılarını anlatırken

Bedriye’nin adı geçiyor. Buldan’lı genç; “Ma-

lik Ağabey, Bedriye benim halamdır, evi de

buraya çok yakın istersen ziyaretine gidebi-

liriz” diyor. Malik kabul ediyor ve Bedriye’nin

evine gidiyorlar. Orada kahveler içildikten

sonra Buldan’da Yaşam Gazetesi’nde de

çıkan benim bu yazımdan bahsediyorlar ve

Bedriye Hanım yazıyı okuduğunu ifade edi-

yor ve telefonu Mahir’den alarak benimle

konuşmaya başlıyor. Hâla sözkonusu şar-

kıyı ezbere bildiğini söylüyor ve okumaya

başlıyor. Telefonu tekrar Malik aldığında,

Bedriye’nin tekerlekli sandalyesiyle pencere

kenarında ağlamaya başladığını belirtti ve

bu durum beni de çok hüzünlendirdi.) Gene

bir seferinde öğretmenimiz Zeki Ülkü "Ço-

cuklar bugün size; ikiyüz sene önce İsmail

Zeki Bey'in babası, Düyûn-ı

Umumiye Memurluğu

yaptığından, evde eşi

ve çocuklarına Osmanlı

borçlarının nasıl ödendiğini,

Türk köylüsünün yetiştirdiği

bütün ürünlerin ellerinden

alındığını, deniz ve tren

yollarının yabancılar tarafından

nasıl işletilip elde edilen kârın

yurtdışına nasıl çıkarıldığını ve

tüm bunlara “KAPİTÜLASYON"

denmiş olduğunu anlatmış

olsa gerek ki; Zeki Bey'in daha

çocuk yaşta kapitülasyonlara

diş bilemeye başladığını çok

sonraları anlamaya başlamıştım.

Daha ikinci sınıfta iken, bütün

sınıf bu kelimenin anlamını

bilirdik.

Solda kucağında çocukla oturan fesli zat, babası Lütfi Ülkü Bey ile yanında oturan bekar kayınbiraderi.

En arkadaki uzun boylu kişi, Zeki Ülkü Bey'dir, İstanbul - 1912

6