

29
buralara kadar getiren. Olmaz amma oluversin... der.
On beş kuruşluk şaş peşkiri yirmi kuruştan satar. Bu
satışlar para karşılığı olduğu gibi kuru incir ve kuru üzüm
türünden ürünlerle takas şeklinde de yapılmaktaydı
Dört Eylül İlkokulunun Yapılışı
Bir gün “Hocanın Esnaf Kahvesinde” oturuyorduk.
Orada, Pehlivan dayı anlatmıştı:
Buldan'ın Alanyazı semtine bir ilkokul yapılması
kararlaştırılmıştır. Ancak inşaata başlamak için para
yoktur. İlçenin ileri gelenleri, pehlivan güreşi
tertipleyerek geliriyle inşaata başlama kararı alırlar.
Tarihini kararlaştırıp çevredeki pehlivanlara haber
salınır. Buldan dışından bir pehlivan vardır ki çok
kuvvetlidir ve güreşte oyunlarıyla ustadır; diğerlerini
yenerek başpehlivanlık ödülünü alacağı tahmin
edilmektedir.
Tertip komitesi, başpehlivana verileceği duyurulan
önemli miktardaki paranın da inşaatta kullanılmak
üzere ilçede kalmasını istemektedir. Bunun için Buldanlı
bir pehlivanın başpehlivanlığı kazanması, onun da
parayı almaması için ikna edilmesi
gerekmektedir. Güreş tertip komite-
sinden bir Buldanlı;
-Hapishanede, Karabalık köyünden
namlı bir pehlivan var. O pehlivanı
ancak hap i s t ek i hemşe r imi z
yenebilir. Kendisiyle bir konuşalım,
der.
Hapishaneye giderek o pehlivanla
konuşurlar.
-Bak pehlivan! Okul yapmak için bir
güreş tertipledik. Sen de çıkıp
güreşeceksin. Eğer başpehlivanlığı
kazanırsan ödülü sana vermeye-
ceğiz, okul inşaatında harcayacağız. Bu hizmetin
karşılığında, kalan cezanı affedeceğiz. Kabul etmezsen
burada kalarak cezanı çekmeye devam edeceksin.
Bu, pehlivan için iyi bir tekliftir. Ancak itiraz eder:
-İyi de der, ben uzun süredir mahpusum, antrenman-
sızım. Bu hâlde güreşemem.
-Kabul ediyorsan antrenmanlara şimdiden başla, derler.
Pehlivan önünde yeterli zaman olmadığı için umut-
suzdur. Yenilirse kaybedeceği bir şey yoktur ancak
yenerse hürriyetine kavuşacaktır. Teklifi kabul eder.
Kispeti köyünden getirilir. Yenilerek mahcup olmamak
ve hürriyetine kavuşmak için sıkı bir şekilde çalışmaya
başlar.
Güreş günü gelir. Derler ki; “Karabalıklı pehlivan
meydana çıkıp da peşreve başladığında, kispetinden bir
ışık çıkmıştır.” O gün orada başpehlivanlığı kazanarak
hapisten çıkarılıp köyüne gönderilmiştir. Verilmeyip
kalan başpehlivanlık ödülü ve seyircilerden elde edilen
gelirle Buldan 4 Eylül İlkokulunun inşaatı başlatılmıştır.
Tatlı Yalan
Emekli zabıta memurlarından Abdullah Orak
(merhum), belediyede zabıta memurluğu yaptığı için
“Abdullah Çavuş” diye bilinirdi. Bir gün eşi Ümmü
Hanımla birlikte İstanbul'a gider. Otobüse bineceklerdir.
Yolcu kuyruğu uzundur. Yağışlı bir gündür, yağmur şakır
şakır yağmaktadır. Kuyruğa girseler ıslanacaklardır.
Hanımı, koşarak gider ve otobüse biner. Kuyrukta
bekleyenler, “Sıraya girsene!” diye seslenirler. Fakat
Ümmü Hanım onları dinlemez; içerden, “Abdullah, sen
de gel!” diye seslenir.
Abdullah Orak, yaptıkları işin yanlışlığını bilmektedir.
O da otobüse binecektir amma kuyrukta bulunanların
müdahalelerini önlemek ve gönüllerini almak
gerekmektedir. Orada hemen şu yalanı uydurur.
-Özür dilerim beyler, hanımlar, der. Yengenizi,
tımarhaneden yeni çıkardım; kusuruna bakmayın.
Kuyruktakiler, bu söze inanırlar. “Sen de geç!” diyerek
ona yol verirler.
(Yazarın notu: Abdullah Çavuşun oğlu Mustafa Orak çocukluk
arkadaşımdır. Evlerinde çok kaldım. Onları yakından tanıyorum.)
Buldan'daki Mecnun
Buldan'da Beyler sülalesinden
Hakkı adında bir mecnun vardı.
Ona, sülalesinden dolayı “Bey”
derlerdi. Gündüz gezer, dolaşır,
akşam karanlığı çökünce dışarı
çıkmazdı. Evleri çarşı kenarında idi.
Korktuğu iki kişi vardı; dayısı ve
anası. Para nedir bilmezdi.
Acıktığında kimseden bir şey
istemezdi. Ancak birisi yemek yerken
davet etmezse önündekini çekip alır
ve yerdi.
Buldan'ın çarşı esnaflarından birkaçı bir akşam, -Sarı-
göl Pazarı dönüşü- Aşağı Parkın yanındaki “Benli'nin
Lokantasında” yiyip içmektedirler. Gece hiç dışarıda
görülmeyen Bey, karşılarında biter. İçlerinden Şükrü
adındaki kişiye;
-Şükrü! Bir daha içmeyeceksin! der ve gider.
Masadakiler, bu davranışı, bir mecnunun tabii hâli
olarak kabullenip gülüşürler. Esnaflar, bir hafta sonra
yine Sarıgöl Pazarı dönüşü aynı lokantada buluşurlar.
Bey, yine karşılarına dikilir ve yine yalnız Şükrü'yü ikaz
eder:
-Şükrü! Ben sana içmeyeceksin demedimmi?
Bey çok öfkelidir. Oradakiler onu sakinleştirmek
isterler. Bey'in öfkesi bir türlü dinmez.
-Bir daha görmeyeceğim! diye azarlar ve uzaklaşır.
Bir hafta daha geçer. Aynı ekip, çilingir sofrasını bu
defa Buldan'ın Kestane Deresi'nde kurmuştur. Bey, yine
karşılarındadır. Gözlerinden taşan öfkesiyle Şükrü'nün
yanına yaklaşır.