Background Image
Previous Page  25 / 44 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 25 / 44 Next Page
Page Background

23

Ailemizin geçmişi 1402 yılına kadar uzanıyor. Bizler

böyle köklü bir ailede büyüdük. Tarihi bir evde doğduk.

Bu evin olduğu sokak Hacıevliler Sokağı diye geçiyordu.

3-4 m. duvarlarla çevrili büyük bir bahçe içerisinde

cumbalı evler vardı. Bizim evimiz de bu bahçe

içerisindeydi. Bir devenin geçebileceği büyüklükte

büyük bir bahçe kapısı vardı. İçeri girildiğinde sağda

etrafı çiçeklerle dolu bir havuz görülürdü. Eve girdiğiniz

andan itibaren önünüzde bir boşluk, onun üstünde

cumbalı odalar yer alıyordu. Cumbalardan bütün

Buldan, Menderes, hatta Pamukkale görülürdü. Bahçe

4 set halindeydi. En son setteki bahçeden itibaren de

sırasıyla, at odası, tavuk odası, ekmek yapma odası,

koyun odası, talı su döner dağar (içinden tatlı içme suyu

geçiyor ve orada dönerek başka çeşmelere dağılıyor),

bu döner dağar gözükmüyor, aşağıda evin altında yer

alıyor ve temiz tutuluyor. Bahçeler havuzdaki suyla

sulanıyor. 3- 4 merdiven çıkıyorsunuz. Yukarıda; oturma

odası var, ileri doğru yine cumbalı, bütün manzaraya

hakim, her şeyiyle hazır, şahane bir mutfak. Daha ileri

gittiğimiz zaman tuvalet, tuvalette ibrikler var. Asılı bir İp

üzerinde, her kişi için özel mendiller. Bunlar mevcut

titizliğin göstergesi.

Bahçe içindeki hiç bir evin önü, diğer ev tarafından

kapatılmıyor. Bizim evde birinci kata çıktığınız zaman en

uçta, dışa çıkmış şekilde üç yanı camlı köşk odası vardı.

Yanında havuzlu oda, oturma odası gibi toplam 12 oda

sıralanıyordu. Banyoda tekne vardı. 1,5 metrelik 75 cm

filan eninde içi oyulmuş çam ağacından tekne. Ocakta

su kaynatılıyor, banyo yapılıyordu.

Okulda diş koruma dersi vardı…

Annem çamaşır yıkanırken kül suyu kullanırdı. Kül

suyuyla annem çamaşırlarımızı öyle temiz yapardı ki,

okulda örnek gösterilirdim. Annem dişlerimizi de

kömürlü tuzla (çam kömürü ezilir, tuzla karıştırılır, diş

ovulur) temizlerdi. Bir arkadaşım vardı o fırça ile

temizlerdi. Ama benim dişim o çocuğun dişinden daha

beyaz olur. Diş koruma dersi vardı o zaman. O çocuk iyi

aldı, ben de pekiyi aldım. Bu durum çocuğun gücüne

gitti. “Ben fırça kullanıyorum. Fehmi kömürle yapıyor,

neden ona pekiyi verdiniz?” diye hocaya sordu, “ama

oğlum onunki daha beyaz” dedi hoca.

Bahçe; çarşı içinden, Abbas Cami'ye kadar uzanırdı...

Evimizin bulunduğu bahçe; çarşı içinden başlıyor,

Abbas Cami'ye kadar gidiyor, Evliyalar Konağı tam

ortada kalıyor. Annem o bahçe içindeki evimize gelin

geldiğinde, bütün bir ailenin geliniymişiz gibi büyüklere

saygı gösterdiklerini anlatır bizlere.

Bizim doğduğumuz senelerde bu sokağın adı

Hacıevliler'di. Sonradan, Erensoy sokağı olarak

değiştirildi. Hacıevliyalar, Soyadı Kanunu'ndan sonra

Evliyalıktan gelen bir uyumla Erensoy soyadını alıyor.

Evliyalık zamanla kayboluyor. Bir rivayete göre Ege

Evliyaları bizim orada gelip, devletin de izniyle dini

tören yaparmış. Sonra Evliyazadeler'in bir kısmı

Buldan'dan ayrılıp Denizli'ye, oradan da İzmir'e gitmiş.

Bu 1875'lere uzanıyor. Denizli yöresindeki ailelerin

tespitinde Bozoklar ve Üçoklar olmak üzere iki boy var.

Bizim sülalemiz bozokların Yıldızhan grubunun Afşar

takımının hacıevliyalarıyız biz. Aile kökenine baktığımız

zaman böyle bir geçmişimiz var. Bizim aile 1875'te

İzmir'de köklü bir aile olarak tanınıyor. Hatta

Rakibizadelerden Menderes ve Uşakizadelere damat

olan Atatürk'ün de bizlerle akrabalık durumu olmuş.

Köklü geçmiş, ailemizin yaşam çizgisini belirlemiş.

Evliyalık bizlere kadar ulaşmamış ama babaannemin

oturuşunda, kalkışında o ağırlığı hissederdim. Buldan

şartlarında giyimi kuşamıyla köklü bir aileyi temsil ettiği

belli olurdu. Bizlere de o resmiyeti gösterirdi. Bizler

öksüzdük. Babam Ahmet Şükrü Erensoy'u, ben 3

yaşımdayken kaybettik. Yoklukla büyüdük. Bize mal

mülk para pul kalmadı. Bize ailemizden çok güzel bir

geçmiş, temiz bir isim kaldı. Babam dokumacıydı. Hiçbir

kötü huyu olmayan bir insandı. Daha o devirlerde,

kalfalar tutup, el dokuma tezgahlarıyla atölye açmış,

ama işleri büyütmeye ömrü vefa etmemiş. Bizler de

küçük olduğumuz için işler devam etmemiş. Hatta

evimizi bile kaybedecek duruma gelmiştik. Hakim

Şevket Bey, bize yardım etti ve 20 ayda 10'ar lira taksitle

evimizi kurtardık.

Annem dokumacılık yaparak bizi büyüttü. 7-8

yaşındayken, gece dörtte kalkardık, annemizin

dokumasını satmak için loncaya çıkardık. Daha hava

aydınlanmamış, korkardık ve koşarak giderdik.

Denizli'den tüccarlar gelirdi, dokumaları satar,

dönerdik. Saat sekizde önlüğümüzü giyer, okula

giderdik. Paranın kuruşun hesabı vardı bizde. Ben bir

gün dokumayı yarım kuruş ucuza satmışım. Öğleyin

okuldan döndüğümde, annem dedi ki “Oğlum kaça

sattın?”

Ben de dedim ki “Anne 42 kuruşa sattım.”

“Oğlum en iyi dokuma bugün 42,5 kuruşa satılmış. Sen

neden yarım kuruş eksiğe sattın?” dedi.

“Anne.” dedim “Biz bunu satacağız, iplik alacağız, çark

çevireceğiz, sonra ekmek alacak paramız yok buna

mecburdum, o nedenle sattım.”

“Oğlum, o ucuz sattığın mal bize 5 ekmek aldırıyor, 125

kuruş. Sen 5 ekmeği sokağa attın. Bir daha yapma!”

dedi kulağımı çekti.

Sen 5 ekmeği sokağa attın dediği zaman, benim

yaşım 7.5- 8 idi. İşte tüccarlık buradan başlıyor. Bir de

derler ki bu bir Allah vergisidir. Buldan'da tüccarlık Allah

vergisi. Yani 7.5 -8 yaşındaki çocuk hangi okula gitti,

nereyi bitirdi de tüccarlığı öğrendi. Okul yok ama öğreti

var. Anne öğretiyor, baba öğretiyor. Biz de tüccarlığı

böyle öğrendik. Biz Buldan'dan çıktık, Akın